29 Şubat 2012 Çarşamba

Nasıl Bir Toplumuz?

Geçen gün bir arkadaşımla aramda şu konuşma geçti;

-"Aydınlanma" ne demek oluyor yani şimdi?
* Basit bir cümleyle anlatmak gerekirse "İnsanın kendi aklını, başka birinin yol göstericiliğine ihtiyaç duymadan kullanabilme cesaretine ve yeteneğine sahip olma durumudur."
-İşe yarıyor mu bari?
*Türk toplumunda "HAYIR"

Evet ben bu HAYIR cevabını verdim ama o günden beri neden bu kadar kesin ve net HAYIR dediğimi düşünüyorum. Bu kadar mı vazgeçmişim içinde yaşadığım toplumdan? 
 HAYIR kadar net bir EVET gelsin.
Biraz açıklamaya çalışayım öyleyse, süslü kelimeler, felsefi terimler kullanmadan, biraz gayri resmi bir şekilde anlatmaya çalışayım size;

Bir kere nefret dolu bir toplumuz biz. Eğer ortada bir başarı, iyi ve gurur verici bir iş varsa ve bu kişinin kendisine ait değilse, alkışlamayı bilmez bizim toplumumuz. Konudan bağımsız olarak saçma sapan eksikliklere dikkat çeker, kendisi o işin 1/100'ünü başaramamış olsa bile bir anda uzman kesilir, kendisi adeta Nobel ödüllü bir kişilikmişçesine ortadaki başarıyı yermeye, karalamaya çalışır. İltifat kendisine edilmiyorsa eğer, bu kelimenin sözlük kavramından bile haberdar değildir. Bu tip durumlar sadece bir başarı anında da olmaz üstelik. Bizim toplumumuzda sizin sahip olmadıklarınıza eğer bir başkası sahipse, ona düşman olmak için yeterli sebebiniz bulunmaktadır. Toplumumuzdaki yanlışlar işte tamda bu noktadan başlıyor bence. 

26 senelik ömrümde bir sürü tartışma programı izledim, (babam saolsun) çeşitli tartışmalara katıldım ve şunu gördüm ki, bu toplumda karşındakinin fikrine saygı duymakla, onunla sidik yarışına girmek aynı kefeye koyuluyor. Hiç kimse karşısındakine saygı duymazken, sağlıklı ve çözüme giden tartışmaların ortaya çıkması pek mümkün olmuyor. "Tartışarak ne çözülmüş şimdiye kadar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet çözülmüyor. Burda çözülmüyor. Bizi problemleri çözmeye yaklaştıracak ortam bir türlü sağlanamıyor. Hatta bazı zamanlar aynı şeyi savunan insanlar bile kavgaya tutuşuyor, ve aynı şeyi savunduklarını bile anlamıyorlar. Bu arada hayatı boyunca Cin Ali kitaplarından başka kitap okumamış insanlar bile kendini / fikirlerini, herkesten / her farklı fikirden üstün görüyor. O her varlıktan üstün olduğu için, hiç bir insana / fikre saygı duymuyor. Karşısındaki "Ne diyor?", durup düşünmüyor. Çünkü o, en iyisini biliyor hep. 

Bizim insanlarımız, en iyi eğitime sahip olanlarımız bile aslında çok cahil. (He bunu diyerek kendim için "Ben çok entellektüelim" demiyorum. Benimde cahil olduğum konular var. Az ama var. Ehe mehe) 
Burda "Cehalet" kelimesinden kastım ise, okumamak, bilmemek, öğrenmemek değil. Yanlış olmasın. "Cehalet"ten kastım, düşünmemek.

Düşünmeyen insan bana göre cahil olan insan. Okuyarak, ezberleyerek, araştırarak kendinizi en bilgili insan olarak gösterebilirsiniz bizim toplumumuzda. Başkalarının fikirlerini beğenip, kendinizinmiş gibi benimseyebilirsiniz. Kimse farketmez kendi aklınızın ışığında konuşmadığınızı. Üstelik insanlar size saygı da duyar eğer yeteri kadar güç (para) sahibiyseniz, eh ağzınız da iş yapıyor sonuçta. Olur yani, aslında karanlığa batmışken, kendinizi "Aydın" olarak gösterebilirsiniz.

Hepimiz medya / sosyal medya'nın kölesi olmuş durumdayız. Bazen bir haberler çıkıyor, yer gök yıkılıyor. Biri ortaya bir laf atıyor "Şöyle, böyle olmuş" diye, hepimiz bir ağızdan başlıyoruz söylenmeye, lanetler okumaya. Orda bir cümle, bir yazı gördük ya birinin ağzından, işin aslını öğrenmeye bile gerek duymuyoruz. O adam/kadın yazdıysa öyle olmuştur, doğrudur. İşin aslını öğrenmeden kendi aklımızla olayları değerlendirmemiz ve aslında ne düşündüğümüzü çözmemiz pek mümkün olmuyor. Belki de olayın aslını öğrensek, o anda savunduğumuzun tam tersini savunacağız. Ama aklımız kendimize ait değil. Aklımıza biz sahip çıkmıyoruz, onu kullanmıyoruz. Acı olan şey ise farkında bile değiliz. Kendi aklına hükmedecek cesarete sahip olmayan bireylerin oluşturduğu bir toplum üyesiyiz her birimiz. Ve işte bu yüzden de, hep gerilemeye muhtacız bana göre.

Bu yazımda aç olan, açıkta olan, 3 kuruş paraya gece gündüz çalışıp çoçuklarının karnını doyurmak için hayat mücadelesi veren kesimden bahsetmedim bile. Bu bahsettiğim şeyler hani o çok elit, çok bilgili, entel-dantel takım var ya, heh işte tamda onlarda var.
Her gün izlediğimiz, dinlediğimiz insanlar, karşındakine saygı duymayı, dinlemeyi, başarıyı alkışlamayı, edebiyle tartışarak çözümlere ulaşabilmeyi, düşünebilmeyi, fikir yürütebilmeyi topluma aşılamadığı sürece de toplumun da bu profili malesef değişmiyor.

Dediğim o dur ki;
Bizim toplumumuzda okumakla adam olunmuyor.
Ve en nihayetinde düşünmeyen toplumlar çok daha kolay yönetiliyor.
 

Ne etmişim?

Hep yazmışım ben
Hiç çizememişim
Gerçek olan hikayelerin
Gerçek olmayan kahramanlarına
Kendimi benzetmişim.
Ben ne etmişim?
Benim olmayan fotoğraflarda yüzümü bulmuşum.
Ya da öyle sanmışım.
Yazmışımda sonra susmuşum.
Susarken bağırmışım birde.
Ben ne etmişim?
Saçlarımı uzatmak isterken 
Kısacık kestirmişim.
Kahverengiye boyatıpta sarışın kalmışım.
Yorganın altında kaybolmak isterken
Kendimi boğmuşum.
Ben ne etmişim?
Sen yanımdayken
Beni tanıdın sanmışımda 
Seninle konuşmuşum.
Sen nefes aldığımdan bi haberken
Seni rüyamda görmüşüm.
Sonradan yalnız uyanmışım.
Ben ne etmişim?

28 Şubat 2012 Salı

Ruhu Ele Veriyor

Kapana sıkışmış bir yanı
Ellerini de zincirlemişler
Kurtaramasın kendini maksat
Görünmez hapiste
Ruhu ele veriyor esaretini
Ve gözleri
Şikayet edebileceği bir altın kafesi yok üstelik
Özgür düşünceler sürülüyor teker teker bedeninden
Bu hisle karışıyor yüreği
Gülüyor sonra
Yorgun kahkahalar
Gözleri şakıyor bir şarkıyı
Kimse anlamıyor
Bakamıyor bile onlara
Bakınca canı acıyor
Bedeni sızlıyor hareket edince
Kendinde açtığı yaralar görünmüyor
Gözleri şakırken müziği tekrar tekrar
Ruhu ele veriyor esaretini


Çok severim!

20 Şubat 2012 Pazartesi

Eski Yazılarım

Eski yazılarıma daldım bu gece. Ne çok yazmışım ve ne çok yabancılaşmışım kendi yazdığım satırlara. Bazılarının başlıklarına bakınca, tam o yazıyı yazdığım ana döndüm, hissettiklerimi hatırladım. O satırlar akarken aklımdan geçenlerin sadece yanılsamalarını yazdığımı, 1 cümle aktarırken geri kalan 10 cümlede neler düşündüğümü hatırladım. Hissettim mi tekrardan o anları. Evet, ama sanki artık bir yabancı gibi. İkizler olmak böyle bir şey sanırım. En azından doğduğum güne suç atmak şu anda çok kolay.

Terkettiğim çocuklarıma tekrardan kucak açmış, kol kanat germiş gibi hissettim kendimi. Oysaki yazdığım hiç bir satırı görmek, okumak ve biri bana hatırlatsın istemediğimi düşünüyordum. Yine yeniden.. İkizler olmak..

Eski yazılarım ne kadar rağbet görür bilmiyorum. Kimse de o kadar okuyacak sabır ve istek olduğunu da düşünmüyorum ya artık.. Neyse.. Ben çocuklarımı bağışladım. Ama onlar beni bağışlar mı, ben tekrardan yazma isteği bulur muyum içimde bilmiyorum.

Günler çok kısa geçiyor artık, ve hayatlar yorgun. Bir şarkı sözünden ya da dizi repliğinden gelip beni bulan ilham artık pek uğramıyor ve ben günlük kıvamında yazılar yazmaktan pek hoşlanmıyorum. Öyle yazılar okumayı seviyorum aslında, hayatın küçük ayrıntılarını o kadar şirin güzel ve komik anlatan bloglar takip ediyorumki, gülümsetiyorlar beni. Küçük ayrıntılar.. Ama ne yazıkki ben asla o kadar komik ve ilginç aktaramıyorum.

İstiyorumki, aklıma yine kısa kısa hikayeler gelsin. içlerinde abartı olsun, hayalgücü olsun, biraz gerçeküstü şeyler de olsun. Ama olmuyor. Uzun zamandan beri sadece bir gün başlayıp, bir diğeri bitiyor. Uzun zamandır hiç bir fikir için heycanlanmıyorum. Belki de budur, bitmişimdir bu konuda. Tek iyi olduğumu düşündüğüm kendini aktarma ve kelimeleri kullanma konusunda belki de tükenmişimdir.

Neyse, günlük kıvamına döndü yine. Hoşlanmadım yazdıklarımdan da, kendimden de.  Zaten başlıktan da çok bağımsız ve alakasız oldu bu satırlar. Iyk!
Ok, kib, by!

10 Şubat 2012 Cuma

Sen hiç Öldün mü?

Sen hiç öldün mü daha önce?
Hiç yaşadın mı aşkı?
İlkinin son olacağına inanırcasına.
Sen hiç yürüdün mü nefes almadan?
Fethettin mi senden büyük sokakları tek başına?
Söyle sen hiç öldün mü?
Öldürüldün mü, öldürdün mü?
Sen hiç kaybettin mi?
Zaman dalga geçti mi duygularınla?
Avutuldun mu anlamsızca?
Avundun mu?
Sana hiç satırlar yazıldı mı sayfalarca,
Bin bir yalanla süslü?
İnandın mı onlara, inandırabildin mi kendini?
Kalbinin acısı geçsin diye
Hiç parçaladın mı bedenini?
Söyle bana, hiç susturdun mu çığlıklarını?
İlaç kullanmadan kaybettin mi şuurunu?
Kendinden çok sevdin mi birini?

Söylesene bana, sen hiç öldün mü daha önce?

9 Şubat 2012 Perşembe

NiNi'me Cevap

Benim tatlı ninim sorular sormuş arkadaşlarına. Mim olarak yapmamış ama çok mim yazasım geldi. Bu blogumdaki ilk mim bu olsun istedim. Çok güzel sormuş çünkü.. Onun affına sığınarak cevaplıyorum hepsini..

1. Geceler hep mi karanlık senin dünyanda?
    Karanlıkta güvenir misin tanımadıklarına?
    Elimde şamdan varsa geleyim mi yanına?
    O şamdanla seni yakar mıyım-aydınlatır mıyım acaba?


Geceler aydınlık bende ve ışıkta tanıdıklarıma bile güvenmem.
Karanlıkta kim yanımdaymış, ona bakarım.
Geleceksen gel ama fazla bekletme,
Hem boşver beni yakmayı
Biz senle bu Dünya'yı yakalım.

2. Yağmur hep ıslatır mı seni damlalarıyla?
     Hangimizin başına daha büyük su damlaları düşer acaba?
     Şemsiyemi açsam sence sığar mıyız altına?


Eğer ıslanmayacaksan ne anlamı var havluların, ne anlamı var ısınmaya çalışmanın.
Sen yine boşver şemsiyeyi,
Senle doya doya koşalım beraber yağmurlarda.
Öylesi daha farklı değil mi?
Daha özgür, daha gerçekçi, yaşadığımızı daha hisseder gibi değil mi?
Saklanmadan, gizlenmeden.
Olduğun gibi

3. Seni dünyaya bağlayan  şey yer çekimi mi?
    Rica etsem şimdi, benim için zıplar mısın?
    Zıplamadıysan nedenini kendine sorup bana da yansıtır mısın?
    Zıpladıysan nereye gittiğini bana anlatır mısın?


Değmedi hiç ayaklarım yere, düşüşlerim çok can acıttı.
Yine de zıpla dersen zıplarım..
Ama benimleysen ve beni tutacaksan.

4. İnsanları tanımanı sağlayan sadece yüzleri mi?
    Sokakta görsen beni tanır mısın?
    Karşılaşsak sence benden sana selam gelir mi?
    Sence ilk olarak dilimde, hakkındaki hangi kelime gizli?


Gözlerdir aslolan. Ve gözler gizli.
Önünde de olsa cismen, gözler hep gizli.
Bense, ben daha tanıyamıyorum insanları.
Hepsi bir o kadar sahte, hepsi bir o kadar ikiyüzlü..
Ama umudum var yinede insanoğlundan yana.
Dudağındaki kelimem "Umut" olsun o zaman.


Yine nini'min affına sığınarak, bence cevaplamak isteyenler kendilerine göre yazabilirler. Ama Nini'nin sizin söylediklerinizi duymasını istiyorsanız, onun postunun altına da yazabilirsiniz tabi

8 Şubat 2012 Çarşamba

Unutma

Sen miydin sevdiğim?
Ben kimdim senin yanında?
Nerelerde dağıtmıştım şu aklımı?
Hangi renge bürünmüştüm?
Aklımdan geçenleri bilseydin
Bürünmek ister miydin rengime?
Hangi yollardan yürürken kaybolmuştun ki sen?
Işığın olsaydım..
Ah olsaydım..
Söndürür müydün?
Bana geri dönüşlerin hiç gerçek oldu mu?
Bir çift göz müydü senin aklına düşen?
Bir çift el?
Gözlerini çok mu kamaştırdım yoksa?
Bakamadın bile belki de..
Oysa ki benim aklım hep kayıp..
Yüreğinin peşinde..
Yüreğin
Ah o yüreğin
Hep başka yalanlarda.
Unutma ben söneli çok oldu.
Rengimin üstüne katman katman
Boya çekeli çok oldu..
Unutma..
Hem senin kaybolduğun yollarda
Ben çoktan buldum aklımı
Ve yüreğimi..
Unutma olur mu?




1 Şubat 2012 Çarşamba

Kar Taneleri

Kar taneleri vardı aklımda. Yaşadığım yaz gününe düşsünler isterdim. Hayallerim vardı. Hayal kurmayı severdim.
Hayallerim yavaş yavaş sönerken gerçeklik o kadar tatlı olmuyor.
Mesela kar taneleri soğuk aslında. Islak. Sen mücadele ederken hayatı daha da zorlaştırıyorlar. Ama eriyecekler elbet. Kalmayacaklar buralarda fazla. Hayallerimizin inadına. Onlarda solacaklar.

Yaşadıkça kaybediyoruz kendimizden. Yaşadıkça soluyoruz. Ne kadar mutlu olursak olalım, o korkutucu gerçeklik hep yanımızda. Bir gün nasılsa solacak mutluluğumuz. Ve sonraki dönemde bitecek. Neler kaybediyoruz kim bilir daha başka?
Değer yargılarımız, düşüncelerimiz, hedeflerimiz, saygımız, sevgimiz. Hepsi soluyor.
Bundan bilmem kaç sene sonra ölüm döşeğinde yatarken, 1 sene daha fazla yaşamak için bizi biz yapan, eskiden uğruna ölebileceğimiz düşüncelerimizden bir çırpıda vazgeçmez miyiz? 
Vazgeçebiliriz.. Zorunda kalırsak her şeyi yaparız. 
Her şey zamanı gelince bir kar tanesi gibi kalıyor avucumuzda.
Ve kar taneleri de... eriyorlar.
Arkalarından iz bile bırakmadan..