29 Mayıs 2011 Pazar

Sarkıların Suçu Yok

Evet yine yatagıma yattım, uyuyamadım. Değişik değil aslında, çok sıradan hatta uyuyamıyor oluşum. O cümleyi yazmamın bi anlamı yoktu. Ama iyi bir giriş oldu gibi gibi.


Evet yattım ve kaç aylardan beri playlistimi dinlemediğimi farkettim. Taktım kulaklığı sonunda. Bunalımda olmamama rağmen bu aralar, yine de hazmedemediğim olaylar silsilesi içerisindeyim bir süredir. Vazgeçmiştim bir süre için değil mi? Hani daha kötüsü olamazdı. Oluyormuş. Neyse şimdilik hallolmuş gibi duruyor ama yinede tutulmayan sözlere, sinsi gülüşlere artık pek inanmadığım için öngörüldüğü gibi problemlerin sorunsuz çözülebilceğini düşünmüyorum. Neyse..


Shuffle olayını seviyorum. Fakat arka arkaya çalan Reamonn-Alright, Guns&Roses- Patience, Bon jovi-Always ve yine Reamonn-Sometimes'tan sonra, bu gel-gitlerimin aşk hayatımla ilgili olmamasına rağmen duygusala bağlamış olmamdan dolayı, güya aşk şarkılarının sözlerini oluşturan cümleleri, kendi problemlerime göre yorumluyor oluşum, şu anda bütün feminist duygularımı bir kenara bırakmamı ve hayatımdaki erkeklerin (babam, eniştem ve erkek arkadaşımın) beni bu duygusal çöküntüye sokan durumları toptan halletmelerini istiyor olabilirim. Bırakın arkadaş kadın-erkek eşitliğini. Adamlar bizden daha güçlü işte, daha atarlı. Biz bağırıp çağırdığımızda dırdır yapan kadın oluyoruz sadece. O kontrolunu kaybedip inceleşen sesimiz, sinirimizi ifade etmeye ve birilerinin bizi ciddiye almasını sağlamaya yetmiyor işte. Buna karşılık olarak bağırıp çağıran erkek ise hakkını arayan, karşısındakini gerekirse korkutarak istediklerini yaptıran erkek oluyor. Bu böyle. Doğanın kanunu. Zayıf olduğumuz konular var bayanlar, kabul edelim. Hepimiz feministiz eywallah, ama işte kurtarılmaya ihtiyacımız olan durumlarda oluyor.


Çok uzun cümleler kuruyorum bu gece. Aslında yazdıklarımı tekrar okumuyorum da şuanda, yani dediğim odur ki; birbirinden alakasız cümleleri, doğru bağlaç yüklem vs vs öğeleriyle bağlayamıyor olabilirim. Yapcak bişi yok. Gerekirse anlamayın. Zaten pek anlaşılcak bir tarafımda yok. Sadece uyuyabilmek isterdim ben. Sevdiğim şarkıları keyifle dinlemek isterdim.


Neyse ben bi kaç şarkı paylaşıyım, belki dinlersiniz, ya da dinlemezsiniz, ben bilemem.


Reamonn-Alright


Guns&Roses-Patience


Bon Jovi- Always


Reamonn-Sometimes


Hinder- Better than Me   Konuyla alakasız sadece seviyorum bu şarkıyı


Keane- A bad Dream Kapanış bu olsun, nakaratı tam şu anki ruh halimi anlatıyor;


I wake up, it's a bad dream,
No one on my side,
I was fighting
But I just feel too tired
To be fighting,
Guess I'm not the fighting kind.


 


 

22 Mayıs 2011 Pazar

İnsanlar Beter

Ben her zaman saygı ve sevgi çerçevesinde konuşmaya çalıştım insanlarla. Bana saldırmayanı alsa aşağılamadım, ezmedim, Dünya görüşleri ne olursa olsun eşit gördüm kendimle. Ama hata ediyormuşum aslında. İnsanlar, yılandan beter genele vurduğumuzda. Tatlı dil kesinlikle işe yaramıyor. Kesin ve net buna karar vermiş bulunmaktayım.

"Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkartır." demişler zamanında. Çoğu insan bu yılan kadar bile olamıyor. Tatlı dil ciddiye alınmıyor kesinlikle. bağırıp, çağırmıyorsanız, ya yollusunuz, gösteripte vermiyorsunuz, ya da hakkınızı savunamayacak kadar aptal gözüküyorsunuz. Siz kesinlikle, karşınızdaki saygı duyan, onu insan yerine koymaya çalışan bir varlık olamazsınız. İnsanoğlu çünkü karşınızdaki, illa küfür yiyecek, illa azarlanacak, illa aşağılanacak. Ona anca o zaman dank ediyor.

Bütün bunları sosyal ve akademik hayatımdan yola çıkarak yazdım. Şimdi mesela 6 senedir mezun olmaya çalışan bir insan olarak, taa geçen döneme kadar hiç bir saygısızlığım, görünenin aksine hiç bir atarım giderim olmamıştır gerek hocalara, gerekse yönetimde çalışanlara. İsteklerim ne kadar yönetmeliğe uysa da, asla ve asla istediğim dersleri istediğim şekilde alamadığım gibi, 1 tane fazla kredi almama bile izin vermediler o zamana kadar. O zaman dediğim ise şudur; Ne zamanki ben, bana yapılan haksızlıkları başka platformlara taşıyacağımı söyledim, ne zamanki etrafa tehditler savurup saygısızlık yaptım, işte o zaman isteklerim bir bir gerçekleştirilmeye başlandı. Ne kadar acı oysa ki değil mi?

İnsanın akademik ( ya da iş) hayatında böyle şeyler olunca, bir yerden sonra kişisel olarak algılamamaya ve bu düzene -çok yasıktır ki- uyum sağlamaya başlıyor. Peki tüm bunlar sosyal hayatta olunca ne oluyor? Bu tamamen kişisel üstelik. Karşınızdakini  'Adam' yerine koyup konuştuğunuzda, kesin 'Flört ediyor' sunuzdur. Kendinizi net ve açık bir biçimde ifade etmenize rağmen, yine de sizi rahatsız etme cesaretine sahip oluyor bu insanlar. Çünkü küfretmiyorsunuz, sıfatlar kullanmıyorsunuz, aşağılamıyorsunuz. Her şeyden önce, sadece nefes alıp verdiği için saygı duyuyorsunuz yaradılışına. Ama olmuyor. İnsanlar artık o  kadar bencil, o kadar saygısız, o kadar yüzsüz olmuşlar ki, kullandığınız tatlı dil kesinlikle ciddiye alınmıyor. Üstelik hepimiz giderek böyle varlıklar olmaya başlıyoruz. Birbirimizin sınırlarını zorlamaktan, sinirlendirmekten, zarar vermekten keyif alır hale geliyoruz.

Keşke insanlar, birbirlerine saygı duymayı bırakacak şekilde yabanileşmeseydi. Keşke tek amaç zarar vermek olmasaydı.

Ama işte kendi keyfimiz, kendi eğlencemiz için, karşımızdakine, "İnsan" olamıyoruz, giderek hayvanlaşıyoruz. Çünkü öylesi daha eğlenceli dimi?

19 Mayıs 2011 Perşembe

Hi! Im Unicorn.

Eviitt uzun zamandır yazmadığım kadar eğlenceli bir yazı olsun istedim. Ha bu arada başlığın altında gizli anlamlar yok. Sadece her şeye bu cevabı vermek istiyorum su anda.

Evet 2 hafta boyunca bir mücadeleye girmiştimki sormayın, moral bitti piskoloji bozuk, kafa zaten gitti kalmadı falan falan falan. Bu gün vazgeçtim ama vazgeçmek bir zafer gibi geliyor bu kafayla. Şans oyunu mu oynuyoruz? Strateji mi yapıyoruz yoksa mezun olmaya mı çalışıyoruz belli değil resmen. Burdan size uyarı. İnsan olarak kalmak istiyorsanız, insanlara nefretle bakmak istemiyorsanız, 7tepe bilgisayar muhendisliğine gelmeyin, çocuklarınızı vermeyin. Başka bir universite de okusunlar illa bilgisayar muhendisi olmak isteniyorsa. Neyse efendim, mücadeleden vazgeçip bitirme tezimden X almaya karar verdim, ağustosa kadar sürecek şimdi, ama umrumda mı? Pek değil. Yarın mutlu uyanacağım, yaklaşık 6 ay sonra kuafore gideceğim ve eve gelip ders çalışacağım. Gerçekten su son 2 haftadan sonra arka arkaya olan finaller de neymiş yani? Elimin kiri. Ay pis.

Aylo şu anda Fizik2 çalışmaya çalışıyor, ben 5 kerede zar zor geçmiştim, olsun. Sağ el sol el bişiler debelenio şimdi. (Sağ el kuralı die bişi vardır pis pis şeyler düşünmeyin, düşüncelerinizi sansürledim şuanda ama alışmış olmanız lazım bu zamana kadar sansüre). Topikte bana tivit okuyarak eğlenio, öküz gibi anıra anıra gülüyoruz falan. Oha hayat bana güzel şu anda. Sadece anı kurtardım belki ama oha rahatladım lan.

Evet bu gün bir arkadaşımla buluşcaktım okulun oralarda bir kafede, girdim işte içeri her neyse sonra bi baktım yok, dedim heralde gelmedi. Başka arkadaşları gördüm onların yanına çöktüm. Bekle bekle ne gelen var ne giden, sonradan anladımki yanlış kafeye gitmişim. Şarışınlık zor iş zaman zaman, ama kafa gitti demiştim yazı başında. Ama sonra ben çok güldüm, eminim yanına oturduğum arkadaşlarıda güldürmüşümdür. Ya da dalga geçmişlerdir 'Ahahha kıza bak lan' die. Olsun. Saat 19 sularından itibaren çok mutluyum, hiç bişe koymaz bana. Bişe ama. Gerçekten.

Neyse ben en iyisi biraz blog, twitter falan dolanıyım, belki ders bile çalışırım güle oynaya. Göbek bile atabilirim. Hoplayabilirimde. İstersem yaparım bence. İnanırsak olur. Ama şimdi ben bitirmeden X aldığımı Nihat Doğana nasıl açıklarım acaba? Kafamda bu soru dolanmıyor değil.

Hi! Im unicorn.

17 Mayıs 2011 Salı

Dayan Derler

Evet sinirlerim bozuk, çok bozuk, hatta sinir falan kalmadı. Yazmanın ve sacmalamanın işe yarayacağını pek düşünmüyorum, ama yine de yapıorum. Belki elime bir bıçak alıp kendime saplamaktan kurtarır beni. (Korkmayın nan ölsemde yapmam öle bişi ;))Böyle diyip intahar edermişim bide nan, hakkaten iyi olur. İsmimi bilen 3-5 insan hep hatırlar ama işte o zaman. Ayrıca küfür içerebilir bu yazı.

İnsanlar var çevremde bir sürü ama insandan insana da fark var işte aga. Bazısının tek eğlencesi sensindir. Yüzüne bile tükürmezsin. Egosuna masturbasyon malzemesi olursun. Ve utanmaz. Nie utansınki, sen 'Atar yapsan, hakkını savunsan, kendini korusan eline ne geçicek?' zihniyetteki insanlarla okuyorsun. Hatta sende artık öyle oldun. Aman dayı, aman ayı derken, insan ve hayvan arasındaki farkın ne olduğunu çoktan unuttun.

Sonra başka insanlar var. Seni çökertmek için sana söylenen cümlelere sinirlenenler. Onlar arkadaşların. Onlar adam. Onlar nolursa olsun yanında, seninle aynı yollarda yürüyorlar. Hemen yanıbaşında. Onlar dost, onlar can, onlar adam. Onlar sakinleştiriyorlar seni. 'Aman' diyorlar 'Aman ha gayret' Bütün paylaşımların onlarla, içsen onlar topluyorlar seni, uyuduğunda yorganını paylaşıyorlar. Hayatın yükünü hafifletmeye çalışıyorlar.

Sonra bir diğer grup, fazla yakın olmadığın, aynı yolda değil ama paralel yollarda yürüdüğün. Onlar başka adam. Senin gibi fırlama gözükmüyorlar. Öyle yanlarına kolay kolay yaklaşılmaz. Hayatta bir duruşları var. 'Bu adam benim ismimi kullanarak senin moralini bozamaz' diyorlar.  'Buna bir dur demek lazım!' Söylenen bir kaç cümle, ama ne kadar adam o cümleler. O cümleler ne kadar güçlü çıkıyor 2 dudak arasından. Ama sen unuttun ya çoktan haklarını, bu sefer sen 'Aman' dersin. 'Buraya kadar geldiniz, ben alıştım, sizde takmayın kafanıza,aman ters bişi yapmayın, dikkat çekmeyin, işinizi halledip gidin bir an önce' . Kalan sağlar bizim olsun.

Evet 'Dayan!' derler, ama nereye kadar. Dayanmanın sınırı nedir? Ne kadar zorlanabilir bir insan? Emeklerinin karşılığını ne kadar alamaz insan?

PS: Yazı ithaf etmem ben pek insanlara, ama bu yazım sevgili Aslan'a(o kendini biliyor), Denize, Topiğe ve Aylo'ya gelsin. Hayatta her şey istediğiniz gibi olsun. Bense.....Ben bilmiyorum..Daha neler olacak ben gerçekten bilmiyorum...

13 Mayıs 2011 Cuma

İzler

Hayat garip aslında, insanlar daha da garip. Garip kelimesi kötü anlamlı değil bu cümlede. Ya da siz nasıl anlarsanız. Hayat değişken evet ama 'Hayat değişken' derken, onu değiştiren insanları unutuyoruz. Aslında 'İnsanlar değişken' demeliyiz sanırım. Yani bu bence böyle, sizce öyle olmayabilir.

Bir iki bişiden bahsedicem şimdi. Belki üçte olabilir. Ne kadar devam ederse..

Mesela bir yazı vardı geçenlerde yazdığım. Bence güzel bir yazı da değildi, acınası gelmişti tekrar okuyunca. Hoşlanmadım o yazıyı yazan kendimden. Sildim, kaldırdım blogtan. Sonra uzaktan tanıdığım bir arkadaş (bölümdaşımın sevgilisi olması lazım) O yazıyı sordu bana formspringten. Çok beğenmiş arkadaşlarıyla paylaşmak istiyormuş. Hoşuma gitti, fakat ilk başta anlamadım hangi yazım olduğunu. Bulunca şaşırdım. Ama tekrardan yayınladım. Hoşuma gitmeyen cümlelerim, farklı izler bırakmış insanlarda. Sonra o yazımı bir başka arkadaşımda tweet'lemiş. Ona da mutlu oldum.  Bazen oluyor böyle, güzel olduğunu düşündüğüm yazılarım okunmazken, hoşuma gitmeyen yazılar dikkat çekebiliyor. Farklı insanlarda farklı etkiler yaratıyor. Ne kadar aynı ve ne kadar da değişiğiz aslında.

Sonra mesela liseden bir arkadaşımın blogunu keşfettim daha bu hafta. Yazılarından ne kadar keyif aldığımı anlatamam. okuduğum her satır düşüncelerimin çok güzel bir dille anlatılmış biçimi adeta. Ben o kadar edebi, açık ve berrak yazamıyorum. Burda bahsetmek istediğim şey, o arkadaşı ben hep haylaz, hayattan hiç bir beklentisi olmayan, işi gücü eğlence olan bir insan oalrak hatırlardım. Üzgünüm ama bu böyle. Sonra yazılarını okudum, 1 defa değil bir çok defa. Ve yaşadığı değişime, bir nevi aydınlanmaya ( ben çok severim bu aydınlanma kavramını bkz: Kant) hayran kaldım. Hayat aynı kalmıyor, insanlar da aynı kalmıyor üstelik. Lise zamanlarında tek derdimiz sınıf defterini çalıp okulu kırmak olan bizler, birey haline dönüşmüşüz çoktan. Büyümüşüz. Kendimizi ifade edebilir, olaylar ve konular arasında bağlantı kurabilir olmuşuz.

İnsanlar böylesine bir değişim yaşarken, biz ise hep eski izlenimlerden yola çıkarak yargılıyoruz onları. 'Ben değiştim' diyoruz ama başkalarının yaşadığı değişime inanmak istemiyoruz. Kafamızı yormak istemiyoruz belki de 'Neydi, ne oldu?' diye. Aklımızdaki tek soru, 'Neydim, ne oldum?'. Ne kadar da benciliz aslında. Ve empati yapamıyor insanoğlu. Doğasında yok bence. Empati yapabilen insanlar sonradan bu yeteneği katmışlar kendilerine. Oysaki, bak sen değişiyorsun, senin dışındakiler neden değişemesin? Neden insanları önceki hatalarına, ya da eski hallerine bakarak yorumlamaya çalışıyorsun? Sen hatalarından ders alıyorsan, neden diğerleri de yapamasın bunu? Hayat değişirken uyum sağlıyorsun, peki neden insanlara uyum sağlayamıyorsun?

Ben ise, daha hala öğreniyorum. Geçmişe takılıp kalan bir insanım çoğu zaman. Daha geniş düşünmeye çalışıyorum bu konuda. Daha tam pişmedim ama yalan yok. Bir kaç gündür aklımda olan bir cümle, gecende twitterda da yazdım;

'İnsanlar üstünde bıraktığımız izler var ya, o izlere tüküreyim ben.'

Biz değişirken, keşke o bıraktığımız izler de değişseler..

12 Mayıs 2011 Perşembe

Sen Hic

Sen hic icmeden sarhos oldun mu?
Ya da sen hic gece dalgalari yumrukladin mi?
Hic yattin mi yildizlarin altina?
Sen hic suda nefes almayi denedin mi?

Sen hic kaybetmeden sevdin mi birini?
Hic kostun mu kalabalik sokaklarda?
Ya da hic guldun mu kimse bakmiyorken?
Sen hic mutlu oldun mu?

Sen hic yaraladin mi kendini bilerek?
Hic dustun mi dizlerinin ustune?
Tuttun mu sana uzatilmamis elleri?
Sen hic uyurken uyanik kaldin mi?

Hic agladin mi sebepsiz?
Ve hic bagirdin mi sessiz sessiz?
Sen hic dinledin mi baskalarini?
Ya da hic nefret ettin mi hayattan?

Peki sen hic yasadin mi, nefes aldin mi?
Once kaybedip kendini sonra buldun mu?
Sen hic terketmeden terkedildin mi?
Ya da vazgecilmeden vazgectin mi?

Peki ya sen hic.....öldün mü?



BlogBooster-The most productive way for mobile blogging. BlogBooster is a multi-service blog editor for iPhone, Android, WebOs and your desktop

7 Mayıs 2011 Cumartesi

En Son Rüyalar

Yarım saat önce uyandım. Yaklaşık 16 saat uyumuş olabilirim. Kim bilir kaç tane saçma sapan rüya gördüm. Ama sadece en kötü olanlarını hatırlıyorum. En kötü olanlar genelde en son rüyalar oluyor. Çünkü sonra uyanıyorum. Ve bu durumu pek sevmiyorum.

Benim fobilerim vardır bi sürü. Öyle böcekten korkarım çiçekten korkarım gibi değil. Mesela benim en büyük fobim bir gün kimsenin beni tanımadığı ve hiç bilmediğim bir yerde uyanmak. Her ne kadar buralardan gidesim olsa bile, bu düşünce resmen bende bir fobi haline gelmeye başladı.

İşte 16 saatlik bir uyku maratonundan sonra, sadece bununla ilgili olarak gördüğüm rüyayı hatırlıyorum. Tatildeyiz güya arkadaşlarımla. Kış tatili, hani kayak yapmaya gidilir ya dağın bi tanesine. Öyle işte. Güya arkadaşlarımla gelmişim ama yok hiç birini bulamıyorum. Kimseye ulaşamıyorum. Erkek arkadaşımda orda biliyorum ama yok işte. Sonra çıkıyorum odamdan, bir sürü insan, aynı dili bile konuşmuyoruz. Anlaşamıyorum. Elimde telefondan resimlerini gösteriyorum tanıyan biri çıkar ve nerde olduklarını söyler belki diye. Yok. Sonra lobiye inmeye karar veriyorum. İniyorum. Sanki bir havaalanındayım. O kadar cok insan var, herkes bi yerlere koşturuyor. Kimse beni görmüyor duymuyor. Uzaktan erkek arkadaşımı görüyorum. El sallıyorum, suratıma bakıp kafasını çeviriyor. Tanımıyor resmen beni. Sonra bu tip olaylar devam ediyor aslında saniye sürselerde bana saatler geliyor tabiki.

O kadar uyudum sadece bunu hatırlıyorum. Mal gibi uyandım zaten. Uyanınca aradım kendisini, tatlı sesini duyunca rahatladım. Rüyaymış ooh dedim. Nasıl etkisinde kaldıysam. Oda bana 'Şapsal' dedi. Gülüştük falan. Off yaa. Ben diğer rüyalarımı da hatırlamak istiyorum. Günün geriye kalan saatleri, bu duygularla geçmez çünkü.

Bilinçaltım çok ilginçtir aslında benim. Ama bazen böyle saldırıyor bana. Sadece rahatlamak için yazdım bunları. Hani bazen bir şarkının bir kısmı takılır ağzınıza, bütün gün onu söyler durursunuz, siniriniz bozulur bi yerden sonra. Bana öyle olduğu zaman, bi yere yazınca o sözleri, geçer mesela o durum. Şimdide aynısı olsun istedim.

Yaziim Didim

Üstümde bir yorgunluk gözlerimde bir yanma var. Yatağıma hasretle bakıorum. Ama içine giresim yok. İçtiğim çikolatalı süt, ağzımdaki sigara tadını götürmüyor. Çilekli sakız da işe yaramadı bende yine sigara yaktım. Çivi çiviyi söker panpa!

Mezuniyeti kutlama hayalleri olan arkadaşlarıma çok imreniyorum. Gerçekten imreniyorum. Ben o kafaya ulaşamadım.Ulaşamayacağım. Hem 6 senelik (hazırlık dahil 7) bir öğretim hayatının bitmesi bana pek kutlanası gelmiyor açıkcası. Hereye muhalefet olmaya çalışmıyorum. Gerçekten içimden gelmiyor. Zaten mezun yüzüğüm bile olmayacak. Onu da istemedim.

Son zamanlardaki yazılarım genelde saçmalık niteliğinde. Daha güncel ve sosyal olaylarla ilgili yazmam lazımmış. Öyle olunca baya etkileyeci ifade edebiliyormuşum kendimi. Topik öyle didi. İnandım. Fakat içim dışım ders çalışmak olunca bunu pek başaramıyorum.

Okuyacağım bir sürü kitap birikti. Onları okumaya başlayınca daha dişe dokunur şeyler yazacağımı düşünüyorum. İlham hesabı. Birde mezun olduktan sonra kafamda bir kitap yazma fikri var. Yaklaşık 5-6 aydır kafamda evirip çeviriyorum. Hatta başladım bile sayılır ama daha fazla ilerlemek istemiyorum. Çünkü kafamdaki kurgu, piskoloji hakkında bilgi sahibi olmayı gerektiriyor. Bir mezun olayım, piskoloji okumuş arkadaşlarımdan yardım isteyeceğim. Bunu gerçekleştirmeden ölürsem, gözüm arkada kalır. Ama yine de bir cesaretsizlik var içimde. Özgüvenimi, itinayla öldüren hocalarıma selam olsun.

Dün gece ablamın gelinliğini denedik Topikle, çok eğlendim. Anladımki, bir erkek, bir kadının gelinliklerle olan bağını asla anlayamaz. Onu üstüme geçirene kadar bende sadece bir elbise olarak görürdüm gelinlikleri. Öyle değilmiş. Değişik bi duygu. Üstümde o gelinlik varken, eve hırsız girip 'Hadi evlenelim' dese, hayatımın erkeğini buldum tribine girebilirdim. ( Ama eve giren hırsız neden Hadi evlenelim desin ki aslında?!?) Fotograflar çekip, yerine kaldırdık sonra gelinliği. Umarım ablam kızmaz. Ama bence ders çalışmamak için yaptığımız bu eylemi duyunca, bize sadece üzülecek. Nitekim kendisi, 20 yaşında çıkmaya başladığı sevgilisiyle 9 sene sonunda evlendi. Resmen doğru insanı genç yaşında bulmuş hatun. Darısı bizim başımıza. Ha darısı dedim ama ben evlilik fikrinden baya baya korkuyorum aslında. Uzaktan tanıdığım insanların evlendiğini duyunca yargılıyorum falan. Daha o kafaya ulaşamadım.

Annem 2 gündür ablamda kalıyor. Annemi özledim.

Yazasım gelmişti. Meeehhh. Şimdi gitti.

6 Mayıs 2011 Cuma

Sacmalak

Evet sacmalamaya geldim yine. Çok rahatlayacağımı düşünüorum. Bazı tespitlerim var kendimle ilgili.

-Yeni yıkanmış bulaşıklara çok sıcak oluyorlar die asla dokunmuorum. Bulaşık makinasının kapağını açık bırakıp unutuyorum. Bir iş gelecek başıma bir gün.

-Dişlerimi fırçalamadan, yüzüme krem süremiyorum. Sanki o krem işe yaramayacakmış gibi geliyor.

-Sabah biri beni uyandırdığında, katil olma seviyem x200 gibi bir durum söz konusu. Alarmla uyanınca daha insancıl oluyorum. Kendi kendime uyanınca en mutlu ben.

-Salak bi insan karşımdaysa, ondan daha salak davranıyorum. Asıl amacım, karşımdakiyle dalga geçmek olsa da, bunu anlamıyorlar tabiki. Olsun ben içimden çok eğleniyorum.

-5 tane bana hizmet eden insan olsa bile, yinede üşeneceğim bir şeyler olabilir. Tembellikle üşengeçlik aynı şey değil bu arada.

-Kusarken ağlıyorum. Evet gerçekten ağlıyorum.

-Sınavlardan çıktığımda genelde kötü kadınlar gibi HA HA HA die anırıyorum.  Aslında gülmeye çalışıyorum. Yok yok aslında ağlamaya çalışıyorum. Ama olmuo. Garip tepkiler çıkıyor işte böyle ortaya.

-8 gün evden çıkmadığım olabiliyor. Bunalımdan dolayı falanda değil. Gayet mutlu mutlu takılıyorum evde.

-33 saat deliksiz uyuyabilmek gibi bir yeteneğe sahibim. Hatta bir sefer bu uyuma hali arada tuvalete kalkmak üzere 3 gün sürmüştü.

-Telefonumu evde unutursam çıplak gibi hissediyorum. Hatta Iphone'dan önceki hayatımı pek hatırlamıyorum. Nasıl nefes alıyordum bilmiyorum.

-Para vermeden spor yapamıorum. Ama aslında sokaklarda deli danalar gibi koşasım var. Ama yapamıyorum işte.

-Astımım var ama inatla sigara tüketimimim bunu etkilemediğini iddaa edebiliyorum. Ve buna gerçekten inanıyorum.

-30 yıldızlı otellerde bile duşa terliğim ve mayomla giriyorum. Bu böyle.

-Islak herhangi bir zemine çıplak ayak bastığım zaman midem bulanıo. 

-Alkol tükettiğim zaman sarhoş olmasam bile, kusmadan uyuyamıorum. İlla kusmam lazım.

-Tespit insanı olduğum zaman, hiç komik değilim aslında.

-Hoplaya zıplaya lay lay lom ortalıklarda geziyor olsamda, her an içimdeki piskopatı ortaya çıkartabiliyorum.

-Bazı insanlar hakkaten çok salak. (Bu maddenin benimle bi alakası yok. Yazmak istedim sadece.)

-Korku filmlerinden, ne cins olursa olsun, ölümüne korkuyorum. Ama izlemeden de edemiyorum. Sonra uyuyamıorum. Günlerce manyak manyak şeyler düşünüyorum.

-Çok fazla şikayet ediyor, problemlerimden bahsediyormuş gibi gözüksemde, şahit olduklarınız buz dağının görünen tarafı bile değil. Aslında boş beleş konuşarak oyalıorum kendimi.

-Bunları neden yazdığımı bilmediğim halde yazmaya devam eden bir insanım. Bizde geri vites yok yeğen.

-Kompleksli insanlara tahammülüm yok. Gerçekten yok. Soykırım yapabilirim. O derece.

-Her hangi elektrikli bir aleti (buna sarj aletleri de dahil) fişte bıraktığım zaman, anında yangın çıkacağını ve her şeyimizi kaybedeceğimi düşünüyorum.

-Evdeyken, sanki camdan biri girecekmiş gibi gelir bana. Giriş katında oturuyor olmamla alakası yok. 5. katta otururkende, camdan biri beni izliyormuş gibi hissederdim.

-Küçükkken hayali bir arkadaşım vardı. İsmi Kuki. Kime söylesem, sanki ruh hastası bir çocukluk geçirmişim gibi bakıyor bana. Bunu anlamıorum. Bence hayali arkadaşı olmayan bebeler de bi sorun var. He köpekti bu arada bu Kuki. Sabah öğle akşam gezdirmeye cıkardık annemle. Otobüste minibüste oda otururdu yanımızda. Annem 3 kişi parası verirdi hep. Bu böyle. Sonra kendi kendine kayboldu. Sanırım onla konuşmaya üşenir olmuştum ve hastalanıp ölmüştü sanırım. Eski evimizin bahçesine gömmüştük annemle.

-En uzun yazdığım madde, hayali arkadaşımla ilgili. Kendimi nerelerden atsam bilemedim şu anda.

-Bazen biri benimle konuşsa bile, duymamazlığa gelebiliyorum. Tamamen hayvanlığımdan.

-Tanıdığım birini görünce, selam vermeye üşendiğim zamanlar oluyor. Görmemezliğe gelebiliyorum. Tamamen hayvanlığımdan.

-Ha geçen günde K.K'yı rüyamda gördüm. Ağlıyodu falan. Diğeri de rüyama giricek die çok korkuyorum.

-Bazen zevk olsun die uyku ilacı içebiliyorum. Tatilde falan. Hiç bir neden yokken alınca, kendimi çok asi hissediyorum.

-Sabahları kahvaltı etmek yerine 3-5 tane ilaç içiyorum. Belli bir doygunluk hissi veriyor. Sonra çok acıkıyorum ama.

-Bütün bunlara rağmen çok komik ve eğlenceli bi insan olduğumu düşünüyorum. Kendi kendime eğlenebiliyorum. Kendime şebeklik yapabiliyorum.

-Daha fazla madde yazmaya üşeniyorum. Öpcüks şimdilik.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Özlem

Özlem içindeyim şuanda. Farklı bir kafadayım an itibariyle. Özlediğim biri değil, insan değil yani. Bir duygu sadece. Bir hissin özlemi içindeyim, tam olarak ne olduğunu çözemediğim. Bir yazı okudum ve özledim sadece.

Hani böyle saf olmak gibi, mutlu olmak gibi özlediğim bu his. Hiç bir şeyi takmayacak bir rahatlığı da barındırmakta içinde. Ve eğlenceli de aynı zamanda. Ve mis kokuyor. Evet gerçekten özlediğim bir duygunun kokusu var şu anda burnumda. Zihnimde hayal ediyorum, karşımda durmuş el sallıyor bana. Ve sonra ben yanına gidince puf diye kayboluyor. Bir his çünkü o, bir duygu. Soyut. Sadece içimdeki varlığı somut. Oysaki hep kişileri özleriz. Eski aşkları, arkadaşları falan özleriz. Oysaki ne çok şey var şu hayatta özlenebilecek. Somut bile değiller üstelik.

Bir arkadaşım facebook hesabını 3 sene sonunda tekrardan açmış, ve 2008de yazdığım bir duvar yazısını okudum. Sanırım onun yüzünden böyle oldum bir anda. 2008 geldi aklıma, ne kadarda umrumda değildi. Ama 2008 yılında ne yaşadığımı pek hatırlamıyorum aslında. Sahiden, nerelerdeydim 3 sene önce, kimin elini tutuyordum, kimlerle içiyor gülüyordum? Hangi sınava çalışmak uğruna arkadaşlarla toplanıp sonra her şeyi bırakıp gece sokağa atıyordum kendimi? Hangi kitabı okuyordum? Acaba hangi filmle ağlıyordum? Ya da nasıl uyanıyordum acaba sabahları, şimdiki gibi küfrederek mi? Ya da nasıl uyuyordum geceleri. Yastığa kafamı koyunca saatler boyu dönüp duruyor muydum şimdiki gibi? Nelerin dedikodusunu yapardık kim bilir? Kim kimi sırtından vurmuştu en son? Ve biz hangi kavgaları ayırıyorduk, hangi kavgaların içinde buluyorduk kendimizi? Nerelerde yatıp, nerelerde kalkıyordum? Ve o zamanlar tekila içebiliyordum sanırım. Bize b.k atanlar, ne pisliklere bulaşıyorlardı acaba? Hiç ayılıyor muydum? Ya da hiç sarhoş olmuş muydum?

Var mıydı uzaktan uzağa beni seven ve benim farkında olmadığım mesela. Kimi kırmıştım acaba? Kime terbiyesizlik yapmıştım? Hangi hatalarımdan ders alıyordum? Hangilerini tekrarlıyordum? Cin olmadan adam çarpmaya çalışıyor muydum? Kimler dalga geçiyordu benimle ve ben nasıl duyuyordum her şeyi? Sahi neydi bütün bu soruların cevapları?

Evet özlediğim bir kişi, olay, durum değil. Özlediğim tüm bu cevaplar. Özlediğim sadece bir his.

Saf, mutlu,rahat, dertsiz, tasasız, biraz çakal, biraz sarışın.

Sanırım özlediğim, içimde kalıntılarını hissettiğim bir kendim sadece.

3 Mayıs 2011 Salı

Sevgili İnternetim



Sevgili İnternetim,

Seninle 14-15 sene önce tanıştım ben. Anadolu Lisesi sınavını kazanınca hediye edilen bilgisayarımdan sonra bir kablo aracılığıyla bağlanıyordum sana. Üstelik sana bağlanınca telefonumuzda meşgul çalıyordu. Üstelik o zaman cep telefonları böyle yaygında değildi. Bir tek babamda vardı evde. Arayanlar ulaşamazdı ama benim umrumda değildi.ICQ ve MIRC vardı o zamanlar. Icq numaramı hala hatırlarım. 49057795, ablamınki ise 10'la başlardı. O benden önce kullanmaya başlamıştı seni. O zamanlar klavyeyi bu kadar iyide kullanamazdım üstelik. Bir cümle yazmam 5. dk sürerdi.

Annem bana hiç cinsellikle ilgili bir şey anlatmamıştı, ama ben her şeyi senin sayende öğrenmiştim. İlk periyodumu görünce hiç şaşırmamıştım, ağlamamıştım. Zaten olması gereken buydu. Senin sayende öğrenmiştim. Ailem beni leylek masalıyla da kandıramamıştı. Yine senin sayende.

Bir çok konuyla ilgili bilgileri senden öğrendim ben. Her konuda 2-3 kelime konuşabiliyordum senin sayende. Bilmediğim bir kelime gördüğümde, sana soruyordum. Cahil kalmamak için çok konuştum seninle. Ailemin cevaplayamadığı her şeyi cevapladın. Bana  asla ihanet etmedin. Gerektiğinde beni uyardın, 'Bu sitenin içeriği senin için uygun olmayabilir' die. Sana hiç yalan söylemedim. Hep 18 yaşından küçüğüm tuşuna tıkladım. Küçüktüm ama zamanla öğrendim hangi siteye girip girmemem gerektiğini. Çünkü yanlışlar yapa yapa öğrendim, nasıl karar vermem, nasıl kendimi korumam gerektiğini bu sanal ortamda ve akabinde yaşadığımız gerçek Dünya'da. 

Ben senden öğrendim bu DÜnya'da sapıkların, tacizcilerin, manyakların olduğunu. Ona göre kuşandım, korudum kendimi. Ailem beni korumak için her şeyi yapıyordu ama Dünya toz pembe değildi. Senin sayende öğrendim tanımadığım insanlarla aslında konuşmamam gerektiğini. Senin sayende açtım gözlerimi Dünyadaki çirkinliklere.

Ama sonra sen bozdun. O kadar bozdun ki, terbiyesizleştin. Bozma dedim, yinede bozdun. O kadar bozdunki, şimdi devlet baba atıyor elini olaya. Sana 'Dur' diyor. 'Çocuklarımız öğrenmesin karar vermesini, çoçuklarımız öğrenmesin neyin zararlı olup olmadığını' diyor devlet baba. 'Çocuklarımız yerine biz karar verelim ne okuyup, ne öğreneceklerine' diyor. Demesi lazım zaten. Devlet baba çünkü o. O versin bizim yerimize karar. Önemli değil kaç yaşında olduğun küçüğüm, sen düşünme bunları.

Ve şimdi biz ayrılacağız yaklaşık 3 aylık bir süreç sonunda. Çünkü sen pis, çirkin, kötü, terbiyesiz, ahlaksız bir şey oldun. Dünyamız daha iyi bir yer haline gelsin diye, ayrılmak zorundayız seninle. Çünkü senin barındırdığın pislikler, sansürlenince,  kaybolacak.  Hem bu kadar bilgili, ve farkında olmamıza gerek yok. Gündemi takip etmemize gerek yok bizim. Özel isimler bile pisler hem. İsmi Haydar olandan korkmamız lazım. Ama içim rahat şimdi, çıkmayacak bu Haydar'lar şimdi karşıma.

O kadar rahatladımki senin sansürleneceğini öğrendiğimde. Ben çocuklarımı leylek masalıyla kandırabilceğim çünkü. O yasaklı kelimeyi aratıp bulamayacak benim yavrularım. Hem benim yavrularım, bilmeyecekler kötülük, sapıklık. Hele hele çıplak insan vücudu hiç görmeyecekler. Bilmeyecekler kendi vücutlarını, karşı cinsin vücudunu. Hem ben çocuklarımın yanında içki de içemeyeceğim. Bilmeyecekler madde kullanımını. Yanlış arkadaşlar seçecekler, çünkü bilmeyecekler tecavüz haplarının varlığını, böbrek mafyasının varlığını. Yanlış ortamlara girecekler, her gün olan kötülükleri, sanal ortamdan değil tam hayatın kendisinden öğrenecekler.

Hem benim yavrularım, bilmeyecekler karar vermesini. Ne söyleniyorsa onu yapacaklar. Kendi akıllarını kullanma yetisini kazanamadıklarından ben ne dersem onu yapacaklar. Düşünmeyecekler. Her şey onlar için düşünülecek zaten. Yasağa, 'Neden yasak?' demeyecekler. Ah ne kadar kolay olacak benim için çocuk yetiştirmek. Hem ben başarısız olursam, Devlet Baba yapacak bunu benim için. Kendimi kasmama ve senin düşünmene gerek yok küçüğüm.

Öyle işte, nası sevindim bu sansür olayına, anlatamam. Ama ben seni uyardım. Dinlemedin. Ben sana ağzının payını veremedim ama bak gördün mü? EMİR büyük yerden şimdi. Hakettin ama. Hadi Hepimizin Başı Sağolsun.

İnsanlık Dersi

Benim farklı hayallerim var diğer insanlardan. (Hayal bu farklı olacak tağğğbii) Mesela bizim okula gelip bazı topluluklara insanlık dersi verebilirim. Hemde bedeve. Gelecek kadar insan olma seviyesine ulaşsınlar yeter. Zaten o seviyede böyle konuşabilmek, yürüyebilmek falan. Homosapien (yanlış yazmış olabilirem) ol yeter! Sonra Gel, Ne olursan ol Gel!

GEL ve ADAM OL!

Adam olmayı kimse benden öğrenmeyecek tabi, o kadar da değil. Ama bu yaşam formları için, bunu utanmadan açıkça söyleyebilirim. Hiçte utanmam. 'Senden mi öğrenicez lan?' deseler, hiç çekinmeden, kimsenin arkasına saklanmadan 'Evet benden ÖĞRENECEKSİN!' derim.

Şu anda içimde olan sinir katsayısını kelimelere dahi dökemiyorum. Hani böyle kitlenirsiniz, konuşamaz olursunuz sinirden. Öyle bir şey. Kitlenir o sinir içinizde, kitlenir ve sizi felç bırakır. Öyle işte. Yemin ediyorum, 30 erkeğin içinde çalışıyor olsam, her gün ahlaksız teklif gelse, yinede tercih ederim. Onları şikayet edebilirsin çünkü, en kötü kovulursun. Başka iş mi yok? Ama burda öyle mi? Sen yanlış anlayacak kadar salaksın sana yapılan sözlü tacizleri. Yoksa asla senin anladığın gibi olamaz. Sen salaksın, sen sarışınsın. Hata sen, attığın her adımda sorunlarından bahsetmiyorsun die, yalancı da olursun. Azıcık problemlerinden uzaklaşmak için gülümsedin diye salaksın işte sen. Ötesi yok.  Hadi sıkıysa şikayet et, alırsın başka diploma. Alırsın alırsın, nah alırsın. Ananın gözünü alırsın. Hadi dene. Hadi..

Yok arkadaş, aklımdaki konuşmayı elbet yapacağım, o konuşmayı yapınca salonda tek bir alkış bile olmayacak.  Küfür olmayacak, isim vermeyeceğim ama herkes anlayacak hangi cümlenin kime dokundurulduğunu. 'Vay be biz kıza böle makara yapıoduk ama nelerle uğraşıyormuş' diyecek herkes. Sonra hiç bir şey değişmeyecek. Ama o kürsüde konuşurken göreceğim, o kızaran yüzlerini, göreceğim o kaçırdıklarını bakışlarını. Utanacaklar bu kadar saygısız, megaloman, terbiyesiz oldukları için.

Ve ben sokaktaki köpek pisliğine nasıl kafamı çevirip bakmıyorsam, onlarında suratlarına dönüp bakmayacağım.

Ceketimi alıp çıkacağım konuşma bitince kürsüden inip. Tek bir kişi bile alkışlayamayacak...

1 Mayıs 2011 Pazar

Not Here To Save You

I'm not here to save you"

"Seni kurtarmak için burda değilim."Gibi gibi. İzlediğim bir diziden sadece bir replik. Bazı basit cümlelerin, beni derin düşüncelere itmesi sadece benim suçum. Hepimiz kurtarılmayı bekliyoruz.  Hep bir bekleyiş içindeyiz.Yeni bir aşk, bir fırsat, bir mucize için bütün dualarımız.

Hepimizde eski bir aşktan kaçış var mesela. Yeni birisi çıksın, deli gibi sevelim tekrardan. O kişinin karşımıza çıktığına inandırarak kendimizi, ne yanlışlar yapıyoruz oysaki. Sırlarımıza yenilerini ekliyoruz, hatırlamak istemediğimiz anılar katlanarak büyüyor içimizde. Ağırlıkları çöküyor üstümüze. Kurtuluşun içimizde olduğunu bilmeden, kaçıyoruz bizi biz yapan aşklardan, sevgilerden. Anılara tahammülümüz yok. Yeni yanlışlar olsunki, eskileri düşünmeyelim.

Hep bir mucize bekliyoruz mesela. Borçlarımızı kapatacak bir para çıksın, her şey yine yolunda gitsin. Hayat bize adil olsun bir kere. Adalet bile bir mucize artık, umudunu kaybetmiş insanlar için. Her gece karamsar düşünceler yüzünden uyuyamaz oluyoruz. Her sabah somut bir mutsuzlukla uyanıyoruz bir kaç saatlik huzursuz uykulardan. Bir mucize gerçekleşsin biz uğraşmadan. İstiyoruz her gece.

Karşımıza koskocaman bir fırsat çıksın köklü bir değişim yaratacak hayatımızda. Bu yüzden gözümüzden kaçıyor ayaklarımızın dibinde olan minik fırsatlar. Çünkü onlar değiştirmeyecek asla hayatımızı temelinden. Değer vermiyoruz onlara. Gözümüz yükseklerde. Daha çok olmalı bazı şeyler. Daha büyük fırsatları değerlendirmek için harcamalıyız hayatımızı. Önümüzdeki ışığı göremeyecek kadar parlak ve yüce insanlarız çünkü biz.

Oysaki bütün bunlar bir yanılsama. Ne yeni bir aşk var bize eskileri unutturacak, ne bir mucize gerçekleşecek ve ne de hiç yoktan ortaya çıkacak bir fırsat. Her şey insanda başlayıp, insanda bitiyor. Aslında kimsenin kimsenin kurtarıcısı olmasına gerek yok. Hepimiz, kendimiz için birer kahramanız aslında.

Kendinden başkası sevmeyecek seni, sen kendini sevmeden, anılarınla barışmadan.

Kendinden başkası yaratmayacak senin için bir fırsat, eğer sen kendi fırsatını yaratacak güce sahip değilsen.

Ve mucizeler...Onlar çoktan tarihin sayfalarına gömüldü.

 Üstelik hiç birimiz şahit olmadık o mucizelere.

Hiç birimiz delmedik o dağları, ayırmadık denizleri. Ama hep bir mucize beklentisi içerisindeyiz. Ne kadar da anlamsız aslında değil mi?

Her şey bizde başlayıp, bizde bitiyor. Bizim fırsatımız, aldığımız nefeste. Tam şu anda, tam şu saniye de, kendi fırsatımızı yaratacak güçteyiz hepimiz. Bizim mucizemiz, düşünen aklımız. İnsan düşündüğünde, kim bilir ne mucizelere gebe. Ve o hep beklenen aşk ise, aslında hep bizimle. Ortaya çıkartacak, doğru insan aslında kendisi insanın.

Sen kendin için doğru olursan, elini tutacak insan, yakınında, çok yakınında hemde.  O yüzden,

Benim kahramanım olmana gerek yok, ve benden de seni kurtarmamı bekleme.