30 Nisan 2011 Cumartesi

Garip Hissediyorum

Çok garip hissediyorum bugun kendimi. Canım sigara içmek istiyor ama sigara yakınca rahatsız oluyorum gibi gibi. Birde çok konuşuyorum. Bu kadar çok konuşunca, birileri duyar ve görür sanıyorum illaki, fakat sanki kimse görmüyor beni, kimse duymuyor söylediklerimi. Sanki şimdi mesela puf die yokolsam, hiç bir şey değişmeyecek, kimsenin hayatında..(Yok en az 1 kişinin değişir, ama ölürümde söylemem kim die ;) )

Neyse bugun de şu Royal Wedding'in bu kadar gündem oluşturmasına kitlendim ben. Hakkaten çok mal bir milletiz. Bu böyle. En alt seviyeden, en üst seviyeye kadar bunu değiştirmek için yapılabilecek bir şey yok. Mevzu bahis zat-ı muhterem, tarih bilmez, kendisine yapılan haksızlıkları bilmez, Dünya görüşü yoktur, otursan 2 kelimeyi yanyana getirip kendi düşüncelerini ifade edemez, ama eline kağıt kalem tutuşturursan Sevgili Taze Prenses Kate'in gelinliğini gözleri kapalı çizer. Tamam her gün Kraliyet Düğünü olmuyor ama bi silkinip kendinize gelin ya. Hakkaten, binlerce km. ötedeki hayatınızda asla görmeyeceğiniz, sizin varlığınızdan haberdar bile olmayacak 2 insanın evlenmesine 1 gün ayıracak kadar mı boş zamanınız var sizin?

'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın' tabi. O yüzden siz alıştığınız hayat şeklinde yaşamaya devam ederken, kim ne giymiş? Kim hangi ayakkabıya ne kadar vermiş? tartışırken aranızda, ülkenin elden gidiyor oluşu, pekte mühim bir mevzu değil nasılsa.

Kesin bende bir sorun  var arkadaş. Şükürki asla yoksulluk yaşamadım, kötü günler geçirmedim maddi olarak. Bilmem para harcarken düşünmeyi. Bu böyle. Ama yine çok şükürki, ailem bana başka konuları düşünme becerisini aşılayabilmiş. Bu yüzden ben bir yandan ayakkabı fotograflarına bakarken, bir yandan asalak gibi yaşayan tüketici zihin sahiplerini kınayabiliyorum. Royal Wedding'miş. Peh. Evet Türk Milleti için hayati bir önemi var o düğünün. Hadi kutlamaya gidelim bari.

Evet yazmayacaktım bunları fakat, nasılki, eski sevgililer okuyacak aman yazmıyım, aman bilmesinler diye tutmuyorsam kendimi, bu düşünceleri ifade ederkende engelleyemiyorum kendimi. Yazarken başka biri oluyorum çünkü ben. Ne gelirse içimden onu yazıyorum. Bazen de yanlış yazıyorum üstelik. Sonrada düzeltmiyorum.

Neyse, bu akşam Cuma akşamı. Şu saate kadar daha ders çalışmadım ve bu yüzden de bir gariplik içerisindeyim. 2 gün bitirme yapıcam haftasonu, haftaya da zaten 1 sınavım var. Sanki 1 gün durabilirim ya, sanki 1 gün boş boş gezinebilirim sevdiğim bloglar arasında. Sanki yapabilirim.

Evet yapıcam. Royal Royal takılın siz en iyisi. O değil de, balayına nereye gidiyorlarmış? Hadi Siz de gidin!

29 Nisan 2011 Cuma

Baslık bulamadım

Dün gece yine uykuyla uyanıklık arasında yazmaya çalıştığım şiirimsi zımbırtıyı görünce, anladımki öyle zamanlarda yazmamalıymışım. Yine de bunu farketmiş olmak, yazdığım zımbırtının anlamsızlığını, anlamlı hale getirmiyor. Ama silmekte olmaz şimdi. He birde, uykuyla uyanıklık arasında telefon kolumun uzanabilceği bir yerde durmamalıymış.( Yastığımın hemen yanı, evet telefonumla uyuorum ben!)

Çok sinirlendim yine bugun. Anladımki benim derdim artık okulmuş dersmiş değil. Benim derdim daha derinde. Benim derdim, kendine Hoca diyen insanların insani değerlere ve saygıya sahip olmaması. Bu kadar basit. Benim derdim, bu kişilerin haysiyetsizliği, karaktersizliği, yalancılığı. Benim derdim laflarının arkasında durmaktan aciz olmaları. Fakat daha fazla ayrıntı vermeyeceğim, malum bir ayı bir de dayı var mevzu bahis.

Neyse sonra başıma başka saçma sapan şeyler gelmeye başladı. Muhtemel şakacı bir arkadaşım, sahip olduğum 3-5 şifreyi kullanarak komik olmaya calışmakta. Gerçi zaten ben niyeyse şifrelerimi hiç gizlemem, söylerim yani. Ama son zamanlarda biraz bokunu çıkardım galiba. Neyse bütün şifrelerimi değiştirdim artık. Yeni bişi. Kimse bilmiyor. Ölürümde söylemem. Lakin öyle bir şey yapmışki bu şakacı arkadaşım, (rezil olmak*10) falan değerinde. Neyse Allah daha kötüsünden korusun diyelim, geçelim. Ah ama ben seni bir yakalarsam, eşek şakası neymiş görürsün sen. Ayrıca küsüp konuşmamayı da çok severim. Yapabilirim yani ona göre. Sakın karşıma çıkıp ' Eheuhehuehuhe bendim lan bendim. Naptım naptım farkettin mi? eheuheuehh' deme. Ağzını burnunu kırarım. Seni tüm İstanbula rezil ederim. (Evet perdelerimi indirince, bir çirkef çıkıyor içimden) Haberin olsun KANKA!

Son zamanlarda farkettiğim bir şey var. Eğer internet ortamında fenomen olmak istiyorsanız, cinsellikten bahsedeceksiniz. Açık saçık konuşacaksınız, küfür edeceksiniz. Benim arada sırada yaptığım gibi insanlıktan, devlet&dünya sorunlarından bahsetmeyeceksiniz. Varsa yoksa yatak muhabbeti olacak. Bunları normal yazılarınızda satır aralarına da serpiştireceksiniz. Öyle sosyal mesaj, duygularımızı paylaşalım falan değilmiş bu işler. Neyse sinir oluorum bu duruma, oraya bağlayayım konuyu. Ama malesef  'Sex sales, money talks'. Bu burda da böyle, her yerde olduğu gibi.

Neyse ben öle bi yazıyım demiştim yine. Saçmalık düşüncelerimin yansımalarına şahit oldunuz. Fazla uzatmıyorum. Mucks.

28 Nisan 2011 Perşembe

Ne yendim Ne de yenildim

Tanri'yi bulmak icin degildi
Attigim adimlar
Kendimi bulmakti yolculugum
Minik adimlarim cignedi
Bitmeyen yollari
Uzamadi boyum
Istedigim kadar
Zaten saclarim da
Ulasmadi hic belime
Aramadim hayali bir guc icimde
Hep istemediklerimi basardim
Basladim bir bitmeyene
Sonunu goremedim
Uykusuz gecelerde
Alisti karanliga bedenim
Oyuncaklarimi hic kaybetmedim
Olsun zaten
Ben ne yendim.
Ne de yenildim.
Bir kus oldum da havalandim.


BlogBooster-The most productive way for mobile blogging. BlogBooster is a multi-service blog editor for iPhone, Android, WebOs and your desktop

27 Nisan 2011 Çarşamba

Full-time Uyanıklık

Uzun zamandır uyandığım gibi yazı yazmıyordum. Aslında tamda uyumak denemez yaptığım eyleme. Kendi kendime çok kötü bir gece sabah ve öğlen geçirdim. Nie böyle oldu bilmiyorum.

Uyumaya çalışıpta uyuyamadığım çok zaman vardır benim. Ama en kötüsü hep uykuyla uyanıklık arasında kalıp, saçma sapan rüyalar görürken bilincinizin dış Dünya'ya açık olması sanırım. Ne tam uyuyabiliyorsunuz ne de tam uyanıksınız. Berbat bişi. Beynim  devamlı çalışırken, vücudum ise yorgunluktan kendini kapatınca  böyle tecrübeler yaşayabiliorum işte.

Bir sürü işim vardı bugun yapmam gereken. Tabiki bu halde kalkınca yataktan hepsini iptal etme isteği dogdu içimde. Bu iptal ettiğim planlar yüzünden, yarınlar bana ne getirir bilinmez. Yalnızca biraz huzur istiyorum şu anda. Bu kadar çok şey düşünmek istemiyorum. "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen Descartes'a selam olsun şu andaki ruh halim. Yorgunum çok yorgun hemde. Hadi en ufak olayı bile kendime dert ediyorum, orası tamam, ama bari düzgün bir uyku uyuyabileyim. Rüyalarımda çok enteresandı ayrıca. Yukarda anlattığım gibi bir gece geçirmeseydim, kesin mutlu uyanırdım. Gerçek hayatta yapmak istediğim herşeyi, görmek istediğim herkesi, rüyalarımda gördüm. Fakat işte o beynim yok mu o beynim. İllaki bozacak her şeyi.

Son 34 gün kaldı, buraya kadar nası geçti zaman anlamadım bile aslında. Ama çok zorlu bir ay var önümde. Daha güçlü, daha kendinden emin, daha planlı/ programlı olmalıyım. Uykuya ayırdığım zamanlarda, gerçekten uyumayı başarmalıyım. Ders çalışmaya ayırdığım zamanda çok verimli çalışmalıyım. Kafamda oturttuğum zaman çizelgesi mükemmel işlemeli. Arası yok. Bütün bu gel-gitlerim, mükemmelliyetçilik duygumdan kaynaklanmakta. Aklıma bu aralar çok ihtiyacım var. Her şey tam olmalı. Ama işte olamıyor. Bende kendimi daha çok geriyorum.

Ayrıca ciddi anlamda çalışmak istiyorum artık. Hakkaten çalışmak. Çalışıyor olsam, ne kadar yorulup yorulmadığıma takılmayacağım bu kadar. İş hayatının öğrencilikten zor olduğu tamam kabulumdur. Eywallah. Ama okulu uzatınca böyle bir sıkıntı oluşuyor. Ulaştığınız hayat görüşü ve olgunlukla sadece öğrenci sıfatına sahip olmak koyuyor adama. Sadece öğrencisin işte. Yerdeki çöp kadar değerin ya var ya da yok. Bizim bölümde bu böyle en azından.

Neyse hadi ben ders çalışmaya başlayayım en azından. Olduğu kadar demek yetmiyor bana. Ama hakkaten olduğu kadar demekten başka bir çıkar yolum yok

Yazalım Bakalım

Tamamiyle kendimi rahatlatmak adına yazıyorum su anda. Saçmalayacağım, bence okumayın. Sosyal mesaj yok, duygu yok, isyan yok (belki olur söz veremem). Uyarmadı demeyin. Ne kadar saçma yazmış demeyin. Bu böyle. Bu yazı böyle olacak.

Yarım saat önce girebildim eve. Sokaklarda sürtüyor oluşumun tek nedeni ders çalışmak. Beni ders çalıştıracak arkadaşlarla buluşmak falan falan vs.vs.vs. Ve cok yorgunum ve 200 küsür sayfa calışmam lazım. Hiç bir şey bilmiyorum. Dersin kültürü, ana fikri bile mevcut değil bünyemde. O derslere girmeyen kafama ediyim ben! (Ünlem)

Neyse çok yorgunum evet. Yazmakta bile zorlanıyorum suanda. Zira devamlı yanlış yazdığım için, ilerliyor yanlış yazdığım kelimeler, ve backspace tuşuyla geriliyor. Bazen cursor farklı satırlara atıyor kendini vs. vs. vs. Eskiden böyle miydi? Alırdım kalemi kağıdı elime, yazar yazar dururdum. Daha bir duygulu yazardım öyle. Şimdi bilgisayarda yazmaya başladıktan sonra, elim kağıt kalemi sadece ders çalışmak için tutuyor. Nays.

Artık rüyalarımda gülüyorum ben ya. Kendi kahkahalarım, uyandırıyor beni. Nedendir bilinmez. Sanırım bu kadar huzursuz ve sinirli olmaya alışık olmayan bünyem, bilinçaltında atıyor gün içinde atmak istediği kahkahaları. Rüyalarımda mutluyum en azından bu aralar. Bir aralar bilinçaltım tarafından yapılan acımasız saldırılara maruz kalıyordum. Eh buaralar iyi anlaşıyoruz demekki.

Bu gün erkek arkadaşıma en gereksiz triplerden birini atmış olabilirim. Anlatmıyorum bile. Hatta o kadar anlamsızdı ki, attığım anda tribimin anlamsızlığına güldüm. Zaten o da beni gülerek aradı : 'Firste tribi olmamış bu, bildiğin kız tribi olmuş hayatım. Nie öyle oldu? :) gülücük' şeklinde açtığı için telefonu gülmeye devam ettim zaten. Hani Firste tribi başka,  kız tribi başka. Gizli iltifatlar ve sevgi var o cümlede. 'Sen diğer kızlardan farklısın' manasında. Tabi ki bu şekilde ifade etmesi bana yetmedi ve söylettim o cümleyi. Duydum, rahatladım. Daha çok gülüştük. Sonra o bana türlü sevimlilikler yaptı, keyiflendim. Keyiflendim de naptım, ders çalışmaya devam ettim olsun.  Kız tribi olmayan, Firste triplerimi seviyorum. Böylece kız tribi attığım zaman, ne kadar sıkılmış olduğumu anlıyor, keyfimi yerine getirmeye çalışıyor. Öyle işte.

Sevgili Aylo su anda yanı başımda ama benle muhattap olmaktan kaçınıyor sanıyorsam şu anda. Zaten söylediklerini de duymamazlıktan geliyorum. İç sesimle konuşmaya gücüm var şu anda bir tek. (Böyle devrik bi cümle de yok yani) Birazdan Topik gelicek hoplaya zıplaya. Mal gibi bakıcam suratına muhtemelen. Sonra o benle dalga geçicek. Falan falan. Nan bende geleceği görüyorum baya baya işte. Zor değilmiş o kadar.

Neyse sayfalar dolusu formul, soru, konu anlatımı, tanım beni bekler baya baya sayfalar işte. 212 Sanırım. Ha sınavda perşembe gunu. Birde cuma günü var bi sınavım. Elektrikten aldığım teknik seçmeli, ona da bütün konular dahil. Ne kadar mutluyum anlatamam.

Artık her saatimi bile planlamaktan yoruldum arkadaş, çok yoruldum hemde. Mesela bir yemek yiceksem bile biriyle buluşup, o ayarlamayı yapmak uzun bir process sonucu oluyor. Yer değiştiren planlar programlar. Aynı anda bir çok yerde olmam gerekiyor çoğu zaman. Olamıyorum. Olmak istiyorum. Bana 12 saat versinler, o 12 saati plansız yaşayayım. Nolur nolur nolur. Çok ihtiyaç içindeyim.

24 Nisan 2011 Pazar

Huzur

Huzur,

Süslü kelimeler olmadan,

Saf, sessiz huzur.

İzleyen bir çift göz,

Göz göze gelince parıl parıl olan.

Varlığıyla neşe veren

Bir çift göz, kahverengi.

Yeşili tamamlayan.

Bir tebessüm dudakta,

Paylaşılan karşılıklı.

Bir şarkı,

Beraber söylenen.

Ve sımarıkça aşk sözcükleri.

Öpücükler,

Yanaklarda karşılık bulan.

Ve sarılmalar,

Sıkı sıkı, bırakmamacasına.

Huzur,

Süslü kelimeler olmadan,

Saf, sessiz, temiz huzur.

Ve aşk,

Yanan alev alev,

Her gün büyüyen Aşk.

Bir Şarkı, Beraber Söylenen

19 Nisan 2011 Salı

Yasak Elma

Yasak elma hakkaten baya bir yasak elmaymış. Yoksa Hayat bu kadar değişken olarak bizi böylesine cezalandırmazdı. Sanki en büyük ayıbımız,  Dünya'ya gelmiş olmamızmış gibi bize her yerden saldıran kişiler, etkenler, durumlar var.

Bazen çok mutluyuz sonra her mutlu olduğumuz an için acımasızca cezalandırılıyoruz. Öyle büyük dertlerden bahsetmiyorum. Ufak ufak biriken, yinede insanın sinirini oldukça bozan durumlardan bahsediyorum. Yine de kendimize her zaman şükretmeyi telkinliyoruz ümitsizce.

Bazen çok mutluyuz ve bazen çokı mutsuz. Arada olduğumuz her an ise, daha da hissizleşiyoruz. Uçlarda değilse duygularımız, ruh halimizi bile anlayamayacak duruma ulaşıyoruz. 'Naber?' sorusu, buaralar cevaplamakta en çok zorlandığım sorulardan biri.

Teker teker çözüyorum problemlerimi. Teker teker yeni problemler çıkıyor karşıma. Daha hayata atılmadığımı söyleyen insanlara bir sorum var;

Sizin kafanız mı güzel?

24 senedir hayatın içindeyim ben, tam ortasında. Doğduğum anda başladı mücadele. Şikayet edilecek bir durum değil. Bu herkes için böyle. Yeğenim var mesela daha 1 ay olmadı 1 yaşını dolduralı. Onunda mücadelesi, mutfaktaki damacanayı salona taşımak şu sıralar. 'Hayata atılmadın daha' demek bir insana yapılacak en büyük saygısızlık kanımca. Kimseye yapmam. Kimse de bana yapmasın isterim.

Şimdilik bu kadar, söyleyecek çok şeyim vardı. Telefon çaldı gitti bütün kelimelerim. Bi dahakine işallah..

18 Nisan 2011 Pazartesi

Bireyim Bende

En büyük tecrübeler, genelde hep gizli kalması gereken ve anlatamayacağınız olaylar ve durumlardır. Dedim biraz önce twitterda.

Bugun uzun zamandan sonra, bir birey olduğumu, fikirlerimin ve duygularımın önemli olduğunu hissettim. Üstlendiğiniz görevi, ne olursa olsun elinizden gelenin en iyisini ortaya koyarak yapmak ve sonrasında onaylanmak, takdir edilmek. Bundan daha büyük bir mutluluk ve tatmin olduğunu düşünmemekteyim.

Her ne kadar dışardan bakıldığında günü kurtarmak için nefes alıp veriyormuşum gibi gözüksem de, idealist bir kişiliğim var. Bir şeyi yapacaksam en iyisi olmalıyım. En iyi şekilde yapmalıyım. Ortası yok benim için. İşte bu yüzden bu kadar şikayet ediyorum bölümümle ilgili olarak. Çünkü gerçekçiyim. Asla en iyi bilgisayar muhendisi olamayacağım. En iyisi olamayacağımı bildiğim için tüm bu atarlarım ve giderlerim. İnsanın kendini ve kapasitesini bilmesi bana öğretilen en büyük erdemlerden biridir.

Bu gün takdir edilmenin o tatlı gururunu yaşadım. En azından bir konuda ailemi en iyi şekilde temsil ettim. Kendimi ifade etme konusunda ben en iyi olabilirim. Bu yüzden yapacağım her şeyi severek yapıyorum bu konuda. Bir işi severek yaptığınız zaman sonuçları hep güzel oluyor.Kimilerine göre önemsiz bir iş başardım bu gün, kimilerine göre basit. Ama benim için çok büyük bir adımdı. Kendini ifade edebilmenin başarısından daha öte elde edebileceğim başka bir  başarı olduğunu düşünmemekteyim.Ne yaparsanız yapın, eğer duygu ve düşüncelerinizi güzel bir şekilde aktaramıyorsanız, herkesin yapabileceği bir görevi tamamlamaktan öteye geçemezsiniz.

Bu gün kendimi bir birey olarak hissettim tekrardan. Üstüme yapışmış olan başarısızlık duygusundan biraz olsun sıyrıldım bu gün. Burayı okumayacak olsalar bile, en önce aileme çok teşekkür ediyorum. Her şeye rağmen beni takdir edilebilecek bir birey olarak yetiştirdikleri için.

17 Nisan 2011 Pazar

Ayni Anda

O ayni anda var ya,
Siz kabuslardan onun ismini sayiklayarak uyandiginizda,
Onun ayni anda 'Noldu askim?' demesi.
Ayni anda nefes alip vermeniz mesela
Ve ayni anda inip kalkmasi gogus kafesinizin
Ayni anda gulmeniz
Ayni anda kizmaniz birbirinize
Ve ayni anda simarmaniz yalandan kuslukleri baristirmak icin
Siz usurken ayni anda sarmasi sizi kollariyla
Ve sizin ayni anda unutmaniz ondan baskasini

O ayni anda birbirinize 'Seni Seviyorum' demeniz
Sonrasi opucukler
Ayni anda kahkahalar
Ayni anda oyle bi mutluluk

O ayni anda anlamaniz baska kimseyle beraber olmak istemeyeceginiz.

O ayni anda birbirinizi sewmeye doyamayacaginiz.

O ayni anda goz goze gelip, asla ayrilmayacaginiz..

Iste o ayni an, her seye degecek olan, O ayni an..Otesi yok..

BlogBooster-The most productive way for mobile blogging. BlogBooster is a multi-service blog editor for iPhone, Android, WebOs and your desktop

16 Nisan 2011 Cumartesi

Maroon5

Öncelikle söylemek istediğim şey, bir konserin güzel bir konser olabilmesi sadece sanatçıya değil, seyirci kitlesine de bağlıdır.

Dün gittiğim Maroon5 konseri bence büyük bir başarısızlık örneğiydi. Fakat bu grubun kötü çalması, seyirciyi sıkmasından dolayı değildi. Aksine bu kadar başarısız bir seyirci topluluğunu çoşturmak için ellerinden geleni yaptılar. Hatta herkesin kafasında olan Taksim'de orda burda satılan yanardönerli şeytan boynuzu ve mickey mouse kulaklarından bile taktılar bir ara. Bunu yapmaktaki amaç seyirciyle bir bağlantı kurmak içindi kanımca fakat pek başarılı olamadılar.

Seyirci yaş grubunun 14-15 olduğu düşünülürse, gençleri görünce üzüldüm. Çünkü bir çoğu 'Nasıl alkol alırım?' sorusunu cevaplamayı kovalıyordu. Ayrıca ailelerinden izin alıp gelmiş olan gençlerin konserden çok alkol ve sigara tüketimine önem verdikleri açıkca belli olmaktaydı. Şarkılara eşlik etmeyi bırakın vokalin, insanları ikiye böldürüp toplu olarak şarkı söyletmeye çalışması tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Normalde sahnedeki insan seyirciyi çoşturmak için el çırpmaya başlayınca ikinci el çırpma gerçekleşmeden bütün seyirciler sanatçıya eşlik etmeyi başarır. Fakat dün öyle bir şey söz konusu değildi.

Mesela U2 konserinde sevgili Bono, dünya genelinde siyasi kişilere yalakalık yapmayı sevdiğinden dolayı, konserlerinden önce gelip devlet bakanlarıyla tanışmayı kendine görev edinir. U2 konserinde de, Egemen Barış'la yaptığı geziden bahsetmeye çalışmıştı. Fakat daha Egemen Barış ismini ağzına aldığı anda, bütün stad hep bir ağızdan yuhlamaya başlayıp kendisini susturmuştu. Ayrıca Zülfü Livaneli sahneye çıkıp bir şarkı söylediğinde, bütün stad yine aynı şekilde şarkıya eşlik etmeyi başarmıştı. Ve bunu herkes yaptığı için, kendi sesinizden çok, kulaklarınızda herkesin ağzından çıkan birlik ve beraberlik içinde söylenen şarkının uğultusu vardı. Seyirci ruhu işte tam da bu demek. Dün gece malesef bu yoktu. Ve ben kendi adıma yeni yeni büyüyen bu gençlikten utandım.

Genellikle konser sonlarında, sanatçı selamını verdikten sonra, seyirciler çeşitli tezahuratlarla, sanatçıyı tekrardan sahneye çağırıp son bir kez daha şarkı söyletmeyi başarır. Fakat dün selamlarını verdikten sonra, herkes sürü şeklinde dağılmaya başladı ki bence bu konser kültürünün bilinmemesinden kaynaklanmakta. Gelen insanların amacı, sanatçıyla eğlenmek yerine içip dağıtmak olunca, böyle bir görüntünün çıkması pekte şaşılası değil.

Kısacası grubun butun uğraşlarına rağmen, ruhsuz bir seyirciyle gerçekleşen ruhsuz bir konserdi. Ama yine de gidip gördüğüm için kendimi şanslı sayıyorum.

15 Nisan 2011 Cuma

Konser Günlükleri

Şimdi efenim, bugun Maroon5 konserine gideceğim için birazcık heyecanlıyım. 1 saate falan çıkacağız evden. Daha önceden konser kültürü olmayan arkadaşlarımı (bunu kesinlikle kötü bi niyetle söylemiyorum) doğru şekilde yönlendirmiş olmanın dayanılmaz mutluluğu içindeyim. Özellikle konser alanlarının yapısını ve sağlanan ulaşım yollarını daha önceden ailem sayesinde tecrube etmiş olmamın bunda etkisi büyük tabiki.

Şimdi ben ilk konserime 13 yasında ailemde gittim sanırım. 98 yada 99 yılıydı. İlk gittiğim konser Rolling Stones konseriydi. Ali Sami YEn'de. Şimdi bile düşündüğümde hayatımda katıldığım en güzel konserdi. Bildiğim şarkılara deli gibi eşlik etmeye çalışmam, baya komik bir görüntü ortaya çıkartsa da, yinede çocuklarıma o konsere katıldığımı gururla anlatacağım. Sonrasında uzun bir aradan sonra Depeche Mode konserine gittim. Ablamın arkadaş grubuna sevgili annem ve babam da dahildi. Üstelik ertesi gün Hürriyetin Kelebek ekinde 2. sayfa haberiydik ailecek. En önden çekilen yarım sayfalık fotograf  ben annem ablam ve babamın nasıl eğlendiğini ölümsüzleştirmişti. Kapıların 7de açılmasına rağmen sabah 11de gidip sıraya girmiştik. Böyle bir sıcağı daha önceden tecrübe ettiğimi hatırlamıorum. Şişe suları basımızdan aşağı boca etmemize rağmen  5 dakika içinde kupkuru oluyorduk. VE o sırada insanların birbirleriyle kaynaşması, çeşitli alkol ve benzeri tüketim maddelerini paylaşması paha biçilemezdi. Yine olsa yine yaparım. Ha birde konser anında ablamla bizi VIPden ayıran benchlerin üstünden atlamamıza hiç bir güvenlik görevlisi engel olamamıştı. Sonrasında malesef Axel rose ve Roger Waters konserlerine sınavlarım yüzünden katılamasamda, ailem en iyi şekilde o konserlere katılımlarını sağladılar. Sonrasında annem ve babamla bir konsere daha gittim fakat ne olduğunu pek hatırlayamıorum şimdi düşününce. Eski efsanevi gitaristlerden biriydi. Yanımızda devamlı konuşup duran 13-14 yaş grubu çocukları, babamın azarlaması o konsere damgasını vurdu. Yaş ortalaması 50-60 idi o konserde. Sonrasında U2 konserine gittim geçen sene. Yine ablamın arkadaş grubu, annem ve babam olarak katıldık o konsere. VE o konserde bir daha tribünden bilet almamaya karar verdim. Yine de Aslantepe'de olan konserde inanılmaz görüntülere şahit oldum. Çok güzel bir shov'du gerçekten. Şimdiyse Maroon5 konserine gideceğim. Bence biraz daha erken gidebilirdik ama çalışan arkadaşlarımız olmasından dolayı bunu başaramayacağız. Bundan sonra eğer bir değişiklik olmaz ise BOn Jovi konserinde 12 saat önceden giderek en önde olmayı planlamaktayım. Birde Amy Winehouse gelecekmiş. O kadını hiç sevmem ama muhtemelen ona da gideceğim.  Katıldığım Türk gruplarının konserlerinden şimdilik bahsetmiorum.

Evet şimdi tüm bu anlattıklarımdan yola çıkarak, bir konserle ilgili 'Yaeee hiç bir şarkısını bilmiyorum, neden gidiyim?' mantalitesinin kesinlikle anlamıyorum. Bu bir kültürdür ve senin gibi olan insanlarla yaptığın bir paylaşımdır. Konser demek sadece bildiğin şarkılarda tepinmek değildir yani. Bu böyle biline. Ama yinede zorlama yok.

Evet şimdilik bu kadar. Hepinizi öpüyorum. Konsere gidin, tiyatroya gidin (içerde sakız çiğnemeyin), baleye hatta operaya gidin. Size neler kazandırdığını görünce çok şaşıracaksınız.

14 Nisan 2011 Perşembe

Hmm Humm

Sabahtan beri yazasım var. Sınava gitmek dışında hiç bir şey yapmadım okulla alakadar. Oysaki yapmam lazım. Babamın istediği bir konuşma hazırlamam gerekiyordu. Hazırladım. Kendisine yolladım. 'Değiştirmek istediğin yerler varsa değiştir babacım' dedim. Aradı hemen. 'Bir kelimesine bile dokunamam, her şeyiyle mükemmel olmuş' dedi. İnanılmaz mutlu oldum. Hani deselerki 'Bütün derslerinden geçtin, bitirme tezinde geçer not aldı özgürsün artık' o derece bi sevinç işte.

Sonra kendime macaron sipariş ettim. Hepsi menekşeli. Ama abartmışım sanırım. İki tane yiyince bayıldım. Evet gidip almaya üşendim.Biri bana menekşeli macaronun kimyasal acıklamasını yapsın. Bir yiyecek nasıl menekşeli olur? Ve nasıl bu kadar güzel olur? Evet bunu merak ediyorum. Hmmm

 Her soru işaretinden sonra nokta koymaya calıştığımı farkettim an itibariyle. Bu aralar yine bi garibim. Ufak şeylerle mutlu olabiliorum mesela ben. 1 mesaj mesela, cicili bicili, tamam bitti günüm kurtuldu. Daha da sırtım yere gelmez o 24 saat için gibi gibi. Şanslıyım bu konuda. İhtiyacım olan her şey

Bu cümlenin sonuna nokta koymak yok. Bitmemek üzere başlandı o cümleye.

Her şey bitiyor oysaki. Arkadaşlar sevgili oluyor. Arkadaşlık bitiyor. Ya da şekil değiştiriyor. Ama bitiyor bir şeyler işte. Sonra sevgililer ayrılıyor. Onlar da bitiyor. Cümleler tekil şahışla başlayıp, tekil olarak bitiyor. Nokta bile konuyor. Sonradan çabalamak boşuna. Arkadaşlıklar da bitiyor. Ben daha taze yaşadım öyle bi tecrübe. Ama o başka bir hikaye. Nokta.

İnsanlar çok garip. Birine değer veriyorsunuz ve o kişi sizi sırf can sıkıntısını gidermek için harcayabiliyor. Sonra siz tepki koyunca, 'Böyle olucağını düşünmemiştim ama ben sadece seni sinirlendirmeye çalışmıştım' oluyor. Özür kabahatten de beter gibi bir durum söz konusu. Aşk konusunda affedici olabilirim ama arkadaşlıkta affım yok benim. Hem arkadaş, arkadaş için böyle bir cümle de kurmaz.  E o zaman yalandan samimiyet görüntüleri sergilememize de gerek yok. Kankit olmaya gerek yok illaki birine saygı duymak için. Saçma sapan çocuk oyunlarıyla değerini düşürüyorsan insanların gözünde, sonuçlarına katlanacaksın. Bu kadar basittir bu. Nokta.  

Bu aralar yazmakta zorlanıorum. Sadece parça parça cümleler geliyor aklıma. Otursam hikaye çıkartırım onlardan çıkartmasına da, zaman yok. Zamanım bol bol olsa, sadece yazarak çok mutlu bir insan olabilirim ben. Hiç bir şeye atarlanmam o zaman. Bu kadar şikayetçi de olmam üstelik. Bu da bukadar basit. Nokta.

İnsanlar sıkılınca yada streslenince (Bu nası bi kelime oldu böyle ya neyse), stres toplarıyla oynar, bense yapıştırmalarla oynuorum. Hani şu bildiğimiz bebelerin oraya buraya yapıştırdığı yapışkanlarla. Eskiden de uhularla oynardım. Ama onun başka amaçlar için kullanıldığını öğrenince vazgeçtim. Bide bir ara silgi tozu biriktirirdim. Simlerle falan karıştırırdım. Eskiden kırtasiyeler vardı. Sahi nerde şimdi o eski kırtasiyeler. Hem sanırım Uhu yerinede artık Pritt var. O diilde silgi tozu olayımı düşününce, 'Ne salakmışım nan ben' dedim. Yazık anneme, her yere dökülürdü o pislikler.

Şu anda çok rahatlamış hissediyorum kendimi. Haftaya sadece 1 sınavım var. Fakat sanırım bu rahatlamamın nedeni, bugun yaptığım kozmetik alışverişi. Erkeklerle kadınlar arasındaki farklardan biri de budur, kadın para harcayınca mutlu olur. Ama sonra 'Çok para harcıo' olurlar. Erkeklere güzel gözükmek için yaptığımız makyaj için gerekli olan malzemelerinin ne kadar pahalı olduğundan haberleri yok tabi. He bunlarla uğraşmayınca da 'PAsaklı, kendine hiç bakmıo' oluruz. Bunu yapmayın işte. Durum böyleyken, bir kadının 5 dakika içinde 3 basamaklı bir masraf yapmasına şaşırmayın. Oluo yani çok zor değil. Piyasa pahalı napalım.

Tamam yeter, anca bu kadar saçmalayabildim. Ama bence ciddi söylediğim şeyler de var cümlelerin altında.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Tesadüf :)

Twitteri seviyorum. Özellikle profillerini kapamayan insanları.Birde herkesin herkesi tanıyor oluşunu. Bir arkadaşım aradı daha demin, yazılarımı 4 gözle bekleyen, yazdığımda anında okuyup bana ne düşündüğünü söyleyen. 'Firste' dedi. 'Senin yazından bir cümleyi kullanmış hiç tanımadığın biri' dedi.

İnanılmaz mutlu oldum. Hani sanki iz bırakmış gibi şu hayatta. Benim elde etmek istediğim başarılar, işte bu kadar basit aslında. İnsanların ruhuna seslenmek. Yazılarımda kendilerine ait bir şeyler bulmaları gülümsetiyor beni. Kim olursa olsun. Bu böyle. Yeri geliyor, yaşadıklarımın kıymetini bilmiyorum, yeri geliyor ilişkimi anlatıyorum. İyi ve kötü. Hepsi bir arada bende.

Neyse, sonra konuşmak istedim bu insanla. Klasik bir blogcu kafasına ulaşmış olabilirim bu konuda. Yazılarımı okuyanlar, yorum yapanlar, etkilenenler, sanki biz başka bir Dünyadayız da, paylaştığımız ortak sırlar var. Bir çoğu 'Aman kız yazıyor işte yaaaeee' diyip geçiyor. Ama işte olay yazmak değil sadece.

Evet konuşmak istedim kendisiyle. Neden o cümleyi özellikle seçtiğini, ne hissettiğini öğrenmek istedim. Bir şey yazınca onun sorumluluğunu da alıyorsunuz çünkü. Herkes okuyabilir, herkes kendinden parça bulabilir tabiki. Kim için  hangi sıfata sahip olduğunuz önemli değil.

 Ama o insan öyle biri çıktı ki, şaştım kaldım afalladım.

Ve 'bari' dedim, 'Bari  yazımdan alınan cümle, tırnak işaretleri içinde paylaşılsaydı.'

Özellikle copy&past'i  engellemiş olmama rağmen, bari buna biraz saygı duyulsaydı.

Madem birilerinin hayatındaki birilerini takip ediyoruz satır satır, bunu saygı çerçevesinde yapsaydık.

Aman önemli de değil, güldüm geçtim. Gururumda okşanmadı değil aslında. Teşekkürler :)

10 Nisan 2011 Pazar

Keşke

İmkansız isteklerim var şuanda. Mesela, birine aşık olduğumuzda bütün eski sevgilileri yokolsa dünya üstünden. Normalde sokakta görsek 2 kere dönüp bakmayacağımız yüzleri merak etmesek. Normalde kafamıza takmayacağımız şeyleri takmasak.

Mesela, aşık olmak bu kadar hastalıklı bir duygu olmasa. Kıskanç olmayan bir insanı, nasıl böyle kıskanç haline getirmeyi başarıyor aşk? Keşke başaramasa.

Keşke bütün eski sevgililer, kalbimizden yokoldukları gibi yokolsalar hayatımızdan ve anılarımızdan.Haberleri bile gelmese. Mesela haberi geldiğinde, sevgilimizin ne düşüneceğine sarmasak..Keşke biz bu kadar meraklı, kıskanç, obsesif olmasak.

Özgüven denilen şey var ya, aşkın yanında keşke bu kadar güçsüz kalmasa..Keşke...

8 Nisan 2011 Cuma

Çok güzelsin

Siyah üstüne serpilmiş simler gibi. Yıldızlar. Fon ne kadar karanlıksa, o kadar parlak. Ümitsizliğe kapılma, çok güzelsin bu mutsuzluğun içinde. Ne kadar sisliyse yollar, o kadar iyi biliyorsun, hangi yönden gitmemen gerektiğini.Ve yıldızlar.Simli simli başucunda.

Saçların kadar ıslak gözlerin.Düzeltemiyorsun yanlışları. Yanıyor yazdığın kağıtlar. Kalpler eriyor. Uçuyor üstündeki parfüm. Makyaj akıyor. Kumlar doluyor ceplerine. Ne kadar temizlersen temizle, bir kaç tanesi sıkışıyor dikişlerine pantalonun. Ağlıyorsun. Ağlama.

Sigaranın dumanını, çiçeklere üflüyorsun. Sen ölüyorsun, onlar yaşasın diye. Çiçeklerin nefeslerinde yaşamak istiyorsun. Pek emin değilsin o dumanda yüzde kaç karbondioksit olduğundan. Yıldızlar uzak. Kim gelirki seninle o kadar uzağa? Yinede hayallerinde bir yıldız kadar parlaksın.

Kendine bile anlamsız konuşuyorsun. Kimseye kızmıyorsun. Senin hayalgücüne ulaşamıyor kimse. Sen bile yetişemiyorsun. Bir sürü yabancı insan var zihninde.  Hiç birini tanımıyorsun. Anlamaya çalışmıyorsun.

Ümitsizliğe kapılma, çok güzelsin mutsuzluğunla ve öylesine simli..

5 Nisan 2011 Salı

Bu gün

Bu gün özgür kıldım gözlerimdeki nemi sonunda

Bu gün bıraktım umutlarımı

Bu gün öldürdüm içimdeki inancı

Bu gün kavradım hayatın ne kadar adaletsiz olduğunu

Bu gün anladım hiç bir sorunun çözülmediğini

Bu gün şahit oldum biri ağlarken, diğerinin güldüğüne

Bu gün vazgeçtim hedeflerimden

Bu gün yakıştırdım kendime aptallığı

Bu gün boşaldı gözlerim, ve ellerimde sonuçlanmayan emekler kaldı sadece

Bu gün farkettim ne kadar güçsüz olduğumu

Bu gün boşwerdim yaşama isteğimi

Bu gün şükredemez oldum sahip olduklarıma

Bu gün sadece eksikliklerim var yanımda

Bu gün anladım ne kadar yetersiz olduğumu

Bu gün bir mucize bekledim asla gerçekleşmeyecek

Bu gün işte o kadar çaresizim.

Bu gün tükettim içimdeki son dayanma gücünü

Bu gün damla damla yokoldum ben

Bu gün farkettim aslında bir adım öteye ilerleyemediğimi

Bu gün, diğer her günden çok daha fazla küfrettim.

Bu gün diğer her günden daha çok yorgun, bitkin, bıkkınım.

Bu gün vazgeçtim..

2 Nisan 2011 Cumartesi

Hangisi?

Her zaman konuşmak mı iyidir sorunları çözmek için? Yoksa susmakta kurtarabilir mi kaybetmekten korktuklarımızı? Geri dönülmez bir şekilde bitebilir mi o aşk, o tutku? Yoksa içimize attıklarımız mı uzaklaştırır bizi? Hangisi daha iyidir, hangi yolun sonu daha aydınlıktır? El ele yürürken, her şeye rağmen, vazgeçebilir mi insan öylece mücadeleden?

Bazen öyle bir an gelir ki, hissettikleriniz bile düşman olur size. Kendi düşünceleriniz birer birer en büyük kabuslarınıza dönüşür. En güzel rüyalardan, en kötü gerçeklere uyanırsınız bazen. Bir an öncesinde kelebeklerin uçuştuğu, çiçeklerin güzel koktuğu Dünyanız, karanlığa gömülür. Ne yakılan mumlar aydınlatabilir o ağır sisi, ne de siz sihirli bir değnekle gün ışığını geri getirebilirsiniz. En kötüsünün hangisi olduğunu bilmek, kaçmanıza yardım etmez sorunlarınızdan. Susmak, kendi sonunuzun başlangıcıdır. Oysaki siz çoktan, kendinizi bırakıp, O olmuşunuzdur. O'nu yaşatmak için yapabileceğiniz tek şey susmaktır bazen. Bütün kırgınlıkları, bütün oyunları unutmak demektir susmak.

En büyük çaresizliğiniz, ne yapacağınızı, ne söyleyeceğinizi bilmediğinizde yaşadığınızdır. Kendinizi üzmek için, karşınızdakinin en can acıtıcı cümlelerini seçersiniz. Sizinle ilgili söylediği güzel şeyler, yok edemez kafanıza üşüşen umutsuzluğu. Bir balığın oltadan kurtulmaya çalışırken çırpındığı gibi çırpınırsınız. Bütün o düşünceler ve çaresizliğiniz daha çok acıtır sizi. Daha çok batarlar derine. Ve siz o balık kadar şanslı değilsinizdir. Uyanmayacağınız bir uykuya bile yatamazsınız.

Karşınızdaki bir şey yapmanızı, söylemenizi bekler. Onun ihtiyacı olan şey sizin ona vereceğiniz umutlardır. Fakat siz bilemezsiniz tekrardan nasıl mutlu etmeniz gerektiğini. Yanlışın nerde olduğunu, pek göremezsiniz. Siz tek başına yaşamıyorsunuzdur o ilişkiyi ama bütün hatalar ve yükler sizin omuzlarınıza yüklenmiştir. O sizden bekliyordur bütün o duymaya ihtiyacı olan sözleri. O size söz vermiyordur. Yapmayacak diye korktuğunuz için, sizden vazgeçisini görmemek için, hiç bir söz talep etmiyorsunuzdur üstelik.

Hem çok sevdiniz siz, seviliyorsunuz da aslında. Ne aldatıldınız, ne de aldattınız bu sefer. En büyük hatalardan, en küçük kavgaları ederken, hep en ufak ayrıntılar yaralayıp uzaklaştırıyor sizi birbirinizden. Canım cicim ayları geçiyor, gidiyor. Ve siz biliyorsunuzki, eğer bunu da atlatırsanız, eğer kendi kısır döngünüzü kırmayı başarırsanız, vazgeçmeyecek bundan sonra kimse. El ele kalacaksınız, sevginiz ve aşkınız devam ettiği sürece.

Ama şu anda, şu anda sadece umutsuzluğunuz ve çaresizliğinizle savaşıyorsunuz. Bütün sevgi sözcükleri alışkanlıktan değilde, aşktan söylensin istiyorsunuz. Tekrardan. Eskisinden daha gür, eskisinden daha güçlü.

Sonra sesini duyduğunuzda tüm bunlar yok olup gidiyor. Tek taraflı değil hatalar, karşılıklı unutulsun, yeni bir sayfa açılsın, her şey eskisinden daha güzel olsun diye bekliyorsunuz.

Evet şimdilik sadece bekliyorsunuz.

Sonra O geliyor ve siz bir daha yalnız kalmamak istiyorsunuz.

1 Nisan 2011 Cuma

Farkındayım

Basamak basamak çıkıorum yukarı dogru.

Ardımdan ittiren bir esinti.

Kabuslarımın hayalet fısıltıları.

Üç çıkıyorsam, beş iniyorum.

Beni en çok üzmelerine izin veriyorum.

Balonumu patlatıyorlar uçuramadan.

Şekerimi kapıyorlar elimden.

Hayallerim?

Hayallerimi boğdular gerçekleştiremeden.

Mutsuz değilim ben.

Yalnızca farkındayım.