21 Ağustos 2010 Cumartesi

Durdurduğun bir Dünya yok!

Bir nefes kadar önemli sanmaktayız kendimizi. Bazı insanların Dünya’ları olduğumuzu düşünürüz, biz olmayınca o Dünya’ların duracağını, bizsiz dönmeyeceğini. Aslında o Dünya’ların bizi ciddiye almakta ne kadar ciddiyetsiz olduklarını farketmek istemeyiz.

Hatta en çok, bu durduramadığımız Dünya’lara değer veririz. Bir kere de dursun, durmaz. Yanlışsın bir kere sen. Oyunsuzsun. İşine gelince pembe yalanları kullanmaktan çekinmeyenler, dürüst olmak adına hoyratça kıracak kalbini. Üstelik farketmeyecekler, senin içine dert olan ciddiyetsizliği. Belki şu anda gördüğünden daha iyisini bile göremeyeceksin. Belki zamanla düzelmeyecek. Belki de çoktan kaybetmiş olduğun bir savaşın içindesin. Kim bilebilir? Ciddiyetsiz de olsa yaşadıkların, göze aldıracak vazgeçmemeyi, bırakıp gitmemeyi.

Şimdilik ise sadece;

Durdurduğum bir Dünya yok. Durduğun bir Dünya yok.

Gel, Bu sefer Dünya’m seninle dönsün.

Düşünme, bırak Dünya’n benimle dönsün.

İnanç

Bazen, bazi insanlar için varolmayan degerlere inanmak, varolanlara inanmaktan daha kolay gelir. Dogmalara inanmak için sorgulama gerekmez. Herkesin huzur buldugu dogmalarin dogusundaki neden, insanlarin içinde olan boslugu doldurma ihtiyacidir. O sebep, çaresiz kalindiginda, daha öte bir varliga yakaristaki rahatlamadir.

Bazi insanlar, seçim yapmak zorunda kaldiklarinda ve karar veremediklerinde, tercih etme kabiliyetsizliklerinin sonucunu kadere baglarlar. Aslinda kaderlerini kendilerinin yazmakta oldugunu, hatalarinin sadece kendi yanlis seçimlerinden dolayi kaynaklandigi kabul etmek en zorudur. O yüzden, ters giden her seyi kader diyerek kabullenmek, aslinda vasifsizligin semboludur.

Bazi insanlar, yasadigimiz bu Dünyadan daha iyi bir yer olduguna inanmak isterler. Burda elde edemediklerini, oraya gidince sahip olacaklarini düsünerek geçirirler hayatlarini. Bu düsünce, insani savastan kaçmaya tesfik eder sadece. Istediklerini bu Dünyada elde etmek adina atilmasi gereken o adimlar hiç bir zaman atilmaz böylece.Sevdikleri birini kaybedince, daha iyi bir yere gitti diyerek avuturlar kendilerini. Aslinda ölümden öte köy yoktur hiç bir canli için. Gidecegimiz bir yerde yoktur aslinda. Ölüm düsüncesiyle, yokolusla basa çikmanin zorlugundan dogmustur bu düsünce. Çünkü insanoglu egosu, bir gun tamamen yokolacagini yediremez kendisine.

Asil mesele sorgulamadan inanmak degildir aslinda. Asil mesele sorgulayip, ortadaki mantiksizligi görüp, yine de inanmayi basarabilmektir. Içindeki inanma ihtiyacini kucaklayip, dogmalarin arkasina saklanmadan yola devam edebilmektir.

20 Ağustos 2010 Cuma

İnsan ve Toplum

‘Hayır’cıyım ben. Aslında pek çok şeye ‘Hayır’ demem hayatta. Çünkü bana gore herkes kendi penceresinden haklıdır. Herkesin kendine gore doğruları vardır. Bu yüzden bir çok ‘Evet’çinin akılsız yada aptal olduğunu düşünmemekteyim. Taraflara baktığımızda, ikisininde birbirinden kötü tarafları olsa da, toplumu oluşturan bireylerin her zaman ‘Cumhuriyet’ tarafında olmasını ümit ederim. ‘Cumhuriyet’i tehlikeye atacak adımlara karşı durmasını beklerim.

Bütün insanların Dünya’yı ve sosyal toplumu oluşturan olguları kendi akıllarını kullanarak sorguladığını düşünmek isterim. ‘Aydınlanma’ ve buna bağlı olarak ‘Gelişme’ ancak ve ancak insan kendi aklını kullanmayı başarabilirse gerçekleşir çünkü.

Gelişmeler tarihsel bir geçmiş, bir temel olmadan ortaya çıkmaz. Bir gelişme birdenbire ortaya çıkmış gibi gözükse de, önceden var olan, içinde geliştiği ve bağlantılı olduğu bir durumu öngerektirmektedir. Bu nedenle gelişme için gerekli olan ortamı yaratabilen insan toplulukları, diğer topluluklara gore daha hızlı gelişecektir.

İnsan toplulukları, uzun sure, doğa, insan ve toplum üçlüsünü, tanrılar veya tek tanrıya dayalı bir algılama ile açıkladılar. Bu düşünce yapısı, bir yaratıcı ve her şeyi denetleyen bir tanrı kavramını ve bu tanrı tarafından bildirilmiş gerçekliğin kayıtsız ve koşulsuz kabulu sonucunu doğurdu. Bu tanrı tarafından bildirilmiş gerçekliğin kayıtsız ve koşulsuz kabulu şeklindeki düşünsel ortam, gelişmeyi sağlayacak özgür düşüncenin ortaya çıkmasını engelleyecek bir yapıyı da beraberinde getirdi.

Bu gelişmeyi engelleyici ortam, Doğa, İnsan ve Toplum üçlüsünün, Tanrı’nın varlığını ve onun yaratıcı gücünü inkar etmeden de incelenebileceğini ileri süren insanları tarih sahnesine çıkardı. Ve bu düşünsel yaklaşım, insan düşüncesinin ve aklının, giderek tanrıbilim ve dinsel metinlerin getirdiği sınırlamalardan kurtulması sonucunu doğurdu. Böylece düşünsel ortam, yaratıcı tanrı, tanrıbilim ve bildirilmiş gerçekliklerden, doğa, insan ve toplumun akıl yolu ile incelenmesine veya bu iki yaklaşımın bir arada yorumlanışa kaydı. Bu sayede engellemelerden kurtulan akıl, gelişmeyi sağlayan aydınlık düşünsel bir ortam yarattı.

‘Aydınlanma’ kavramına dönecek olursak, İşte bu aklı kullanma cesaretini gösterebilen toplumlar diğer toplumlardan daha hızlı gelişmektedir. ‘Aydınlanma’ denilen bu gelişme, özgür düşünce ve demokrasi ile beraber her yönlü toplumsal gelişmeyi sağlayabilmesi açısından önemlidir. Kısaca ‘Aydınlanma’, aklını başkasının yardımı ve yol göstericiliği olmadan kullanma cesaret ve kararlılığını gösterebilmektir.

Bu söylenenlerden, akılcı düşüncenin, Tanrı’nın ve onun yaratıcı gücünü inkar ettiği sonucu çıkarılmamalıdır. Yaratan, insana aklı verdiğine gore, onu kullanma sorumluluğunu ve cesaretini de vermiş olmalıdır. Bu düşüncenin doğal sonucu, insanlığın çalışmalarının merkezine, aklı koymasının aslında tanrısal buyruk olduğudur. Bu açıdan Tanrının varlığı ve yaratıcı gücü ile akıl çelişir ve uzlaşmaz değil, tam tersi birbirlerinin destekleyicisidirler. Uzun yıllardır ülkemizde bu tesbitin yapılamamış olması gelişme ve ilerleme yolundaki en önemli engelimizdir.

Tanrının varlığına ve yaratıcı gücüne olan inanç, boş inanç ve bağnazlığa dönüşerek ortaçağ karanlığını yaratmış ve buradan bir Aydınlanma çıkmış ise, her açıdan giderek değersizleşen ve düşünsel bir zenginliği içermeyen yapımızda kendi aydınlanmasını yaratmalıdır.

Butun ‘Evet’ ve ‘Hayır’lara rağmen..

19 Ağustos 2010 Perşembe

Hayatımdan izler varmış

Hayatımdan izler varmış yazılarımda. E olacak tabi. Evet bende bazen düşünmekteyim neden buraya yazmakta olduğumu. Bende çoğu zaman istemiyorum insanların yazılarımı okumalarını. Bağımlılık gibi bir şey oldu. Hem kim varki okuyan? Varmış yinede. 1-2 kişi de olsa varmış. Hem hayatımdan izler varmış hem de o izleri takip edenler.

Cümleler vardı hayata dair aklımda. Sahip olmak istediğim hayata dair hemde. Hayat artık sadece doğmak, büyümek ve ölmekten ibaret değil. Doğuyoruz, büyüyoruz, ölmeden önce yapmamız gereken çok şey var. Yanlış seçimlerden doğru sonuçlar çıkartmaya çalışıyoruz çoğu zaman. Elimize geçen 3-5 kuruş parayla maddiyatımızı tatmin etmeye çalışıyoruz. Maneviyatımızı düşünmez olmuşuz. 'Benim ölmeden önce yapacaklarım farklı' diyenlere korku dolu gözlerle bakar olmuşuz. Bizi kovalayan hayat değil, fakat yapmak zorunda olduklarımızla yarışır olmuşuz.

TÜm soruların ve isyanların arasında başladığımız işleri bitirmek uğruna, dönememişiz yaptığımız yanlış seçimlerden. Yanlış yollardan yürüyüpte, bizim için doğru sona ulaşmaya çalışmısız her gecen gün. O doğru sonlara asla ulaşamamışız kaybolmuş benliklerimizle. Kendi hapishanemizi, bilerek ve isteyerek biz oluşturmuşuz.

Hayatın koşuşturması içinde ise asıl cevaplandırmamız gereken soru öylece kalmış zihnimizde:

'Kaybolan hayatlar mı yaşar olmuşuz yoksa boşa geçen hayatlar mı?'

Varsın bu yazımda giriş paragrafıyla uyumlu bitmemiş olsun.

3 Ağustos 2010 Salı

Bekle

Bekle, bekle, bekle. Hep bekle. Hayatı bekle. İnsanları bekle. İnsanlar gelsin, gitmelerini bekle. Sıkıntının geçmesini bekle. Beklemekten yorul.
Yazmak için bile ilham gelmesini bekle.

Mesela beklemesek hiç bir şey için. Kafamıza göre yaşasak mükemmel bi Dünya'da. Sisteme ihtiyacımız olmasa. Hayallerin gerçekleşmesi için beklemesekte, hemen gerçekleştirsek?
'Şu olsun, bu olsun ondan sonra..' demesek hiç bir zaman.

Yok yok ne kadar beklesemde bu sıkıntı geçmiyor bir türlü.