26 Mart 2011 Cumartesi

Bir Hayal kurdum demin


Çimlerde oturup bira içmek istiyorum şuanda. Hava şimdikinden biraz daha sıcak olsun ve üstümde tshirtle üşümemek istiyorum. Biraz ileride bir ateş yakmış olalım sırf eğlencesine. Ve tabiki bir sigara olsun elimde bol oksijenli havaya inat. Arkadaşlarım çevremde olsun ve biz eskisi gibi şen şakrak saçmalayalım. Eskisi gibi hiç bir derdimiz olmasın. Hava kararmasın hiç. Hep alacakaranlık olarak kalsın. Belki uzaktan bir derenin çağlayan fısıltısı gelsin.


Güzel bir havada çimlerde oturup bira içmek istiyorum. Ne tam sarhoş olarak ne tam ayık kalarak. Gülüşmek, saçmalamak, uzaktan uzaktan sevgilimle gizli gizli bakışmak istiyorum. Ergen hayalleri kurmak istiyorum bir yandan yıldızlara bakıp. Kim bilir belki el ele tutuşup yürüyüşe bile çıkabiliriz. Ya da insanları gözleyebiliriz beraber. Mimikleriyle eğlenebiliriz. Sonra onlarda bizimle dalga geçebilirler üstelik. Ve gülüşmeler gülüşmeler.


Çok mutlu olabiliriz çimlerde bira içerek. Gizli gizli bakışarak tanışabiliriz tekrardan. Gizli gizli keşfedebiliriz birbirimizi. Sen şakrak muhabbet ederken dostlarla, 'Sen-Ben' yerine 'Biz' olabiliriz belki bu sefer.

21 Mart 2011 Pazartesi

Sevgili Günlük

Uzun zaman sonra dışarı çıktım. Malum applicationda okul ve ev dışında bi yerlerde check-in olmanın başarısını taa içimde hissettim. Fakat şöyle bir sıkıntı olduki, ilk başlarda her asosyal insanın hissettiği 'Evde olsam daha iyiydi yaaa' duygusundan kurtulmakta problem yaşadım. Uzun bir süre kimseyle konuşmadan telefonum ve ben olarak takıldık. Konuşamadım, iletişim kuramadım arkadaşlarımla..falan falan falan.

Sonra bu gidişe bir dur demek lazımdı ve Mahşerin 5 atlısı'nı yardıma çağırdım. Neden mahşer? Neden 5 atlı? Öyle işte. Fakat ne yaparsam yapayım eski Taksim günleri geri gelmiyor. Çılgın eğlenme isteği bizden gitmiş. Nesquik'in yolda giderken taksiciye 'Biz gençken..' şeklinde başladığı cümle bunun en büyük kanıtıydı. Ama baya güldüm o sırada. Yawrum butun yol boyunca kendi kendine konuştu durdu.

Neler içtiğimi pek hatırlamıyorum açıkcası. Çok fazla içmiş olduğumdan değil bu durum. Sanırım kafamdaki bütün o gereksiz bilgilerden dolayı, bunu aklımda tutacağım yer kalmamış. Gereksiz bilgiler TCP/UDP gibi şeyler. Bilen bilir. Bilmeyenler de üzülmesinler. Kaybettiğiniz pek fazla bir şey yok. Bundan 2 ay sonra bende hatırlamayacağım onları. Hope Soo..

Neyse ne diodum? Ha tamam. Cumartesi gecesi anladımki, butun sıkıntımın, agresifliğimin nedeni alkolsuzlukmuş. Fakat o geceyi ne zaman tekrarlarım bilmiyorum. Artık evde tekbaşına içip, sarhoş olmanında bir cazibesi kalmadı benim için. O nedenledir ki, eğlenceli tarafım cumartesi günü doğup, pazar sabahında yine sizlere ömür. Değişik bir şekilde baş ağrısı çekmeden uyandım. Ama bunun nedeni sanırım, yatmadan önce içtiğim 5 litre suydu. Eh en azından seneler içinde öğrenebilmişim bunu. Survival tip.

Sonra dedim pazar günü, oturup ders çalışıyım. Fakat yapmam gereken o kadar çok şey vardı ki, fazla yükleme oldu. En sonunda sadece eski notlarımı tekrar etmem gerektiğine karar getirdim. Yapcak bişe yok. Bide sınavlarda başlıo bu hafta kısmetse. Bir heycanlıyımki sormayın. Yalwarırım bitsin bu dönem artık. Beni salsınlar. Kovsalar bile önemli değil. Butun derslerden geçiyim. Bitirmemde sorun çıkmasın. Son dersim için gideceğim yaz okulu gözümde büyümecek gerçekten, söz veriyorum. Hatta çok uslu bi kız olduğum için, şirinleri de görmek isteyebilirim bu durumda.

Pazartesi günleri, kesinlikle 9 derslerine gidemiyorum. Olmuo. Kalksam bile böle zaman geçiriyorum kendimi haftaya hazırlamak için. Diğer günlerde sorun yok. Aslında başka 9da okula gittiğim gün de yok. :) Gotch yaa! (9.30 var ama)

Neyse efenim, ben kaçar şimdilik. Daha bütün yapacağım giderler, sinirleneceğim konuşmalar, bana bulaşanları tersleyeceğim cümleler var. Birde bugun bitmeyecek sanırım. Lakin eve 21'den önce giremeyeceğim sanırsam. Kısmet

Beni Kizdiran

Renkler vardi gozlerimde
Ve hayaller aklimda
Kus olup terk ettiler
Teker teker
Vazgecmislik degildi
Beni kizdiran
Bir kac kadeh once
Kurtardim Dunya'yi
Bir kac kadeh sonraysa
Ilk adim geriye dogru
Ilerlemek yerine gerilemek


Beni kizdiran
Agac dallarina bagladigim hayallere
Arkami donup gitmekti
Bana dusman hincimi katledemeden
O vurdu sirtimdan
Ve renkler gitti
Ve hayaller küstü


BlogBooster-The most productive way for mobile blogging. BlogBooster is a multi-service blog editor for iPhone, Android, WebOs and your desktop

11 Mart 2011 Cuma

Trajik misin Tanrım?



Yatağın kenarından sarkarken elim, Tanrı'ya doğru açılmış avucum. Yakarır gibi. Oysaki ben onun söylediği yalanların hiç birine inanmadım.

Çıplaklık için ayıp derler ya,  işte ben hiç giyinmiyorum. Üşümedim hala.

Ve 'Banyo yapma geceleri' die korkuturlar, herşeye inat, ben hep geceleri temizleniyorum pisliklerimden. Görünmeyen eller taciz etmedi daha.

Ettiğim duaların hiç biri kabul olmadı. Fakat bak ben hala nefes alıyorum. Nefes al-nefes ver. Nefes al- nefes ver.

Ziyanı yok ben onun yalanlarına küçükken bile inanmadım. Zaten o da benimle asla konuşmadı.

Dramatik bile değil üstelik.

Trajik?

Belki de..

9 Mart 2011 Çarşamba

Su andan istediklerim

Bu aralar çok başka bir ruh halindeyim. Hani Dünya yıkılsa umrumda değil eğer Mars'ta yaşam varsa. Oraya gideriz. Bir de orayı yok ederiz. Problem değil yani. Kar yağıyor dışarda ve benim tek derdim, lab. olup olmaması. Allah daha büyük dert vermesin. 16ya kadar belli olur die umut etmekteyim, nitekim diğer dersleri kafamda öldürmüş bulunmaktayım. Bir türlü atamadım içimden şu kaçıp gitme isteğini.

Bedenen hiç bir yere gidemiyorum, fakat kafam beni bırakıp bırakıp gitmekte bu aralar. Dersteyken gidiyorum bi yerlere, kafamda kurguladığım saçma olayları düşünüyorum en ince ayrıntısına kadar. Engel olamıyorum dalıp dalıp gitmeye. Dun uzunca bir süre roman yazma tekniklerini araştırdım ve öğrendiğim bir çok şeyin arasında beni en çok etkileyen "Yazmayı öğrenmek için, yazmanız gerekir." cümlesiydi. Saol dedim içimden. Saol varol. Bunu gördükten sonra kapadım zaten butun tab'leri. 'İşine gücüne bak,roman falan bırak bu işleri, senin neyine' dedim kendime. Aklımı kızdırmış olmalıyımki, yine gitti bi yerlere. Geri gelmeyince bende yatıp uyuyım bari dedim. Uyumadan önce TV.de Ayşe Kulin'le ilgili bir program vardı, onu izledim. Özendim, imrendim. Okumam lazım daha çok, kendimi geliştirmem, Dünyayla, toplumla ilgili daha çok öğrenmem gerek. Fakat zaman bulamıyorum. Bir insan, kitap okumayı bu kadar severken, okuyamaması ne kadar da acınası. Üstelik kitap okumak bir çoklarına külfet gibi gelir. Benim içinse bütün aktivitelerden önemli olabilir.  Mezun olduktan sonra, bir "Mevlana-Mesnevi" okuyacağım bir de "Büyük İnisiyeler" diye bir kitap. Şimdilik listemde bunlar var. Yani aslında çok kitap var ama bunlar sanırım en çok dişe dokunur olanları.

Şu andan tek beklentim, bir kitapçıya girip kaybolabilmek. Sonra aldığım kitapları, camın önündeki koltukta okumak teker teker, kaç gün süreceği umrumda değil. Uyumama bile gerek yok hatta. Perdeler sonuna kadar açık olsun, kar yağışı eşlik etsin bana. Bir de kahvem olsun. Tek eksik bir şömine, napalım oda eksik kalıversin.

7 Mart 2011 Pazartesi

Yazma Kafası

Bu aralar tam bir yazma kafasındayım. Yazma kafası nedir diye sormayın bende bilmiyorum. Bir his sadece. Belki de bu yuzden, o makaleleri okumak, o emulatoru açıp örnek codelar üstünde çalışmak kadar bana saçma gelen bir şey yok.

Uyandım bir saat önce aldığım uyku ilacına rağmen. Uyuyamadım bir daha. Söylesem inanmazsınız kafama taktiğim bir düşünce de yoktu aslında. Beni rahatsız eden bir düşünceye sahip değilim. Hatta hayal bile kurdum diyebilirim. Sonra kafamda bazı cümleler belirmeye başladı. Ne başı var o cümlelerin ne sonu. Üstelik kendi karakterimin cümleleri değil bu cümleler. Kendi tecrübelerimin dışa yansıması hiç değiller. Birazdan onları yazmaya başlayacağım ve kimse okumayacak muhtemelen, burda da paylaşmayacağım onları. Sadece su anda ağır gelen, bir cümleden başlayıp devam eden hikayeler var kafamda.

İlerde ne olurum bilmiyorum. Hangi sıfata sahip olacağım, kartvizitimde ne yazacağı buyuk bir sır benim için.  Bir tarafım 'Sen yazarak hayatını kazanırsın' diyor, diğer tarafım 'Hobinden yola çıkarak kuracağın kariyer seni tatmin etmez' diyor. Belki de butun bu hissettiklerim evrenin bana karşı yaptığı bir çağrı. Belki de bir mesaj bütün bu kafamda oluşan, benim kurduğum fakat benim yaşamamış olduğum cümleler.

Birazdan yazacağım onları ve kimseyle paylaşmayacağım. Zihnimde neler oluyorsa, başka birinin sırrıymış gibi saklayacağım o cümleleri. Uyandığım için küfrederken, belki de evren ilk defa konuşmuştur benimle. Belki de bu geceyi hiç unutmayacağım.

6 Mart 2011 Pazar

Sandık



Bir sandığa saklamak bütün yükleri

Kitleyip unutmak ne varsa fazla gelen

Kilidini bile atmak bir köprüden aşağı

Hatta yakmak belki ateşlerde eriyene kadar

Mutluluk fazla gelince

Eksik hissetmek kendini

Bomboş sanmak belkide

Geçmişini inkar eden


Geleceğine sahip çıkabilir mi?


Kırmak bütün tahta sandıkları


Yarım kalmışlıklar arasında


Doldurur gibi olmak boşlukları


Acısı ve kahkalarıyla


 Sadece mutlu olamaz insan, ya da sadece üzgün


Önce inkar edip, sonra onsuz olamamak


Geçmişimiz ve benliğimiz


Bir bütün, ayrılamayan


Ve geleceğimiz


Hepsini birleştirip


Tamamlayacak olan.


Mor ışıklar

Mor ışıklar altında dansetmek istiyorum. Evet ışıklar mor olmalı ve kimse bana bakmamalı. Mor parlak bir saç tokası olmalı kafamda ve ben dansederken onu çıkartıp bileğime geçirmeliyim. Saçlarım, ellerinin arasından kayıp gitmeli. Kimse görmemeli bizi. Sadece ikimiz olmalıyız tam ortasında sahnenin. Yine de görünmez olmalıyız. Gözlerimin kapalı olduğunu söylemiş miydim? Yine de tökezleyecek olsam, yere çarpmayacağım çünkü O tutacak beni. Sigara içmek yasak olmamalı ve biz bir sigarayı paylaşmalıyız. Ortak dumanımız karışmalı mor ışıklara.  Dumanımız bile mor olmalı. Depresif bir renk olarak anılmamalı mor. Bir yudum almalıyım içkimden, sarhoş olmayacağımı bilerek. Parlak ışıklar acıtmamalı gözlerimi. Ve insanların fısıltılarını duymamalıyız. Serbest bırakmalıyım bedenimi ve O sarmalı beni belimden. Belki bir öpücük kondurmalı yanağıma. Gülümsemeliyim. Bir an için unutmalıyım ismimi, bana O hatırlatmalı.

Üstümde bir etek olmalı ve ben masum gözükmeliyim. Belki bir t-shirtle tamamlamalıyım o eteği. Fazla süslenmemeliyim, O beni beğensin diye. Bırakmalı sonra o beni, uzaklaşıp beni izlemeli. Gözlerimi araladığımda sadece onun gözleriyle karşılaşmalıyım. Ne kadar uzak olursak olalım, bilmeli insanlar birbirimize ait olduğumuzu. Mor ışıklar altında herkesden daha çok parlamalıyız. Arınmalıyız bütün geçmişimizden, kim gelmiş kim geçmiş düşünmemeliyiz. Birbirimizden öncesi olmamalı hem zaten. Ve ben yorulmalıyım. O benim elimden tutup söndürmeli ışıkları. Sadece benim için. Karanlıkta bana sarılan bir tek O olmalı. Uyku vakti gelmeli ikimiz içinde. Birbirimize sarılıp, uykuya dalmalıyız. Uyandığımızda aynı şekilde bulmalıyız kendimizi. Bir santim uzaklaşmamış olarak.

Ama önce mor ışıklar altında dansetmeliyiz özgürce. Ve kimse görmemeli bizi.

5 Mart 2011 Cumartesi

Bir Cit Sadece


Bir çitin kenarında oturmak,


Oturmak ve beklemek


Yalnız olmak


Ve sessizliğin altında ezilmek


Kendi kendine mırıldanmak belki de


Korkmak ve kurtarılmayı beklemek


Önünde sadece bir çit


Onu aşamamak


Engelleri kaldıramamak


Uzaktan el sallayan bir hayal


Gülümseyen,


Dalga geçer gibi


Kalkarsan yerinden,


Kalkarsan ve kırarsan zincirlerini


Geri dönüşün olmayacak.


Ve o bırakırsa seni


Çıkamayacaksın bir daha ordan


Hapsolacaksın tek başına


En azından kendi kendine konuşabiliyorsun şimdi


Eğer yalnız kalırsan orda,


Bir tek gözyaşların kalmış olacak sana


 Ama ulaşırsan ona,


Tutarsan sana salladığı elini,


Neden olursan gülümsemesine,


Sadece seni sevecek


Sadece sana sarılacak


Sadece seni düşünecek


Sadece seninle nefes alacak


Ama giderse, herşeyini alıp götürecek yanında


Sence değer mi her şeyini riske atmaya?


Sence değer mi sevmeye?


Değerse, bir daha hiç mutsuz olmayacaksın


Peki ya değmezse?

Sinirleniriz, Soveriz İnsanlara

Bazen bir şey olur ve biz sinirleniriz, söveriz karşımızdakine. Ağza en alınmayacak küfürleri ederiz. Rahatlarız güya. Ama bazen o edilen küfürlerin amacı ve nedeni bizim düşündüğümüzden farklı olabilir-miş.

Benim hikayem değil bu. En azından an itibariyle. Zamanında bende çok küfür yedim, arkadaşlarımdan, sevgililerimden hatta ablamdan.(ablamla ettiğimiz kavgalar bir efsaneydi zamanında aile tarihinde) Bende çok küfrettim insanlara. Bazen şakasına, bazen gerçekten hissederek. Ama hiç bir zaman, 'Neden?' diye düşünmemiştim. Nedeni belli, demekki bişi yapmışım, söylemişim, şah damarına basmışım karşımdakinin. Lakin amacını hiç düşünmemiştim. 'Adam diilmiş' diyip geçtim. Bir de,  'Sinirlerini kontrol edemeyecek olgunluğa sahip değilse benim hayatımda olmasına gerek yok' dedim çoğu zaman.

Şu anda sorguluyorum, acaba o küfürlerin amacı neydi diye. Bana nie dediler, ben nie dedim? Bu açıdan bakınca ne kadarda enteresan aslında. Küfür büyük terbiyesizlik en nihayetinde, ama algımızı değiştirip bakabilirsek olaya, belki karşımızdakini çok daha iyi anlayacağız ve bunu başarabilirsek kim bilir belki de en baştan gerek kalmayacak o küfürlere.



Örnek; Sevgiliniz var, kavga ediyorsunuz devamlı, onla da olmuyor, onsuz da. Devamlı ayrılıp barışıyorsunuz. Üzülüyorsunuz, artık üzülmek istemiyorsunuz. Her kavgadan sonra yine affediyorsunuz. Her barışmadan sonra içinizdeki sevgi daha çok nefrete dönüşüyor. İstemiyorsunuz nefret etmek. Onu sevgiyle anmak istiyorsunuz. Sonra bir gün kendinizi kaybederek 'Fuck off' diyorsunuz. Siz size söylenenleri kabullenip barışıyorsunuz ama böyle bir şey söyleyince, bunu onun kaldıramayacağını biliyorsunuz. Kaldıramıyor. Geri dönmüyor.

Küfür ediyorsunuz ama tek istediğiniz, onu sevgiyle anmak.  Nefret etmemek. Birbirinizi daha fazla tüketmemek. Daha fazla tükenmeden, iyi hatırlamak, iyi hatırlanmak.

Tamamen algı meselesi yani butun bunlar. Aslında size yapılan terbiyesizlikler, sevgiyle de yapılmış olabilir. Bu söylediklerim bir çok insana saçma gelecek. Kim bilir belki daha iyi bir Dünya'da yaşasaydık, çok daha anlamlı gelirdi bu cümlelerim.

4 Mart 2011 Cuma

Sende..

O sesler var ya;


Kulağına çalınan


Duyduğunu sanıyorsun ama


Sen dinlemiyorsun asla


Saçlarını topluyorsun


Rüzgar savurmuyor die


Rüzgara kızıyorsun ama


Sen esmiyorsun asla


Ağlıyorsun yalnızken


Kimse silmiyor gözlerini diye


Düşman oluyorsun ama


Sen ellerini ıslatmıyorsun asla


Yakıyorsun sigaranı


Duman doluyor ciğerlerine


Dumandan rahatsız oluyorsun ama


Sen sönmüyorsun asla


Terkediliyorsun gizlice


Kapanıyorsun odana


Duvarlara kızıyorsun ama


Sende sevmiyorsun asla


 

3 Mart 2011 Perşembe

Giderek uzaklaşıyorum

İnsanların ikiyüzlülüğünden çok tiksiniyorum artık. Ne zaman 'Artık daha fazla iğrenemem' desem, hep daha fazla mide bulantısı yaşıyorum.  Önce kendi paranoyak kişilikleri yüzünden sizin arkanızdan konuşuyorlar ve siz bu arada onları arkadaş olarak kabul ediyorsunuz, sonra yüzünüze gülüyorlar. Şimdi bu tamamen benim hatam mı oluyor? İkiyüzlü olmanın hiç bir günahı yok mu bu Dünya'da?

Prensip olarak, Nietzsche'nin bir aforizması benimseyerek, 'Tanrı ve İnsanları deneme' demeyi severim ben. Öyle güven testleriymiş, 'Acaba ne yapacak' oyunlarıymış, uğraşmam ben bunlarla. Ben her şeyimi paylaşabilirim insanlarla. Yaş ilerledikçe paylaşılan şeylerin dozu azalıyor tabi, ha bide inanılmaz ama konuşmaktan yorulduğumda olmuyor değil. Ben paylaşırım, anlatırım, ne yaşıyorsam açık yaşarım. Sınamak pek bana göre değil. Kazık yediğimde, yada yüzüme gülen bir insanın benim arkamdan farklı konuştuğunu duyduğumda, 'Kendi düşen ağlamaz' mantalitesiyle yaklaşırım duruma. Ben kendimi açmışımdır karşı taraf bunun değerini anlayamamıştır. Olabilir. Herkes aynı maneviyata ve vefaya sahip olmak zorunda değil. Benim en çok kızdığım ve sinirlendiğim nokta, enayi yerine konmak. Benim arkamdan konuştuktan, sevdiğim insanları hiç bir açıklama yapmadan silerek onları üzdükten sonra, yalnız olduğumu görerek yanıma güle oynaya gelip hiç bir yokmuş gibi davranan insana, kimse kusura bakmasın ben insan demem. Hele hele bir karaktere sahip olduğunu hiç düşünmem. Hani noldu 15 dakika önce gelseydin yanımıza sıkıysa.  Neyse fazla uzatmıyorum. Geçen haftasonu olan bir olaydı, anca şimdi yazacak kadar sakinleşebildim.

Daha önceden de takıştığım beni düşman belleyen insanlar oldular. Her ne kadar yıllar içinde, yukarıdaki malum kişi gibi arkamdan konuştuklarını inkar etselerde, ben hep öyle düşündüm. Ama benim hakkımda kötü düşünen hiç bir insan, bu kişi kadar ucuz ve aşağılık davranmamıştı. Hayat işte, 'Artık bu da olamaz' dediğiniz her şey bir bir gerçekleşiyor zamanla. Ve ben uzaklaşıyorum insanlardan. Karşıma çıkan yanlış insanlar yüzünden tamamen kesmiyorum umudumu insanoğlundan fakat uzaklaşıyorum. İşte bu yüzdendir, ufak bile olsa bana karşılık beklemeden iyilik yapan, samimi davranan insanlara ettiğim binlerce teşekkür. Bu yüzdendir biri bana gülünce bu kadar şaşırmam, inanamamam.

Ve sanırım bir de, ben artık insanlara güvenme ihtiyacını çoktan kaybettim. Son olayda bunu daha da iyi farkettim. Bir zamanlar ben o insana sırlarımı açarken, o benim arkamdan komplo teorileri geliştirip benden nefret ediyormuş aslında. Omzuma sarılıp ağlaması bile yalanken, sırf ikiyüzlülüğünden, sırf huzursuz etmek istediğinden, geldi hiç bir şey yokmuş gibi sarıldı öptü. Zaten çok zaman önce de 'Güven' kavramının bizi aslında üzmekten başka bir işe yaramadığını düşünür olmuştum. Güvendiğiniz zaman bir insana, hayalkırıklığına uğrama riskiniz de o kadar artıyor. Kazık yiyince 'Bunu bana nasıl yapar' diyorsunuz.

Ama işte insanlara güven ihtiyacını kaybettiğinizde, her şeyi bekliyorsunuz onlardan. İhanetler, kötülükler, ikiyüzlülükler hiç şaşırtmıyor sizi. 'Eeehhh bu da adam diilmiş' diyip geçiyor, gidiyorsunuz.

Güvenme ihtiyacını kaldırmak, duyu organlarından birini kapamak gibi..

Kötü kokuları almıyor burnunuz,

Kötü sesleri duymuyor kulaklarınız,

Hiç bir tat iğrenç gelmiyor dilinize,

Görmüyor çevrenizdeki ihanetleri gözleriniz,

Ve acıtmıyor teninize batan bıçaklar.

Ve Sabah Oldu

Uyandım biraz önce. Yine film tadında rüyalarım var hatırladığım eskiye ait. Biliçaltımızın bize oynadığı oyunlar aslında rüyalarımız. O bilinçaltına hiç format atılmıyor. Günlük koşuşturma içinde hatırlamıyorsunuz bile dün ne yiyip içtiğinizi. Fakat bilinçaltı bazen öyle bir şeyki, sizi seneler öncesine götürebiliyor. Bazen dost bazen düşman.

Pek iyi hatırlamam ben geçmişi ama düşünüp düşünüpte dertlenmem, ‘Ne kötü zamanlardı’ demem. İnsan duyguları değişiyor engel olamadığımız şekilde. Hiç bir üzüntü bizimle kalmıyor, her zaman gülüp kahkaha atamadığımız gibi. Ne geldiyse başımıza yaşadık. Ben ve içimdeki seslerim artık komik hikayeler olarak hatırlıyor yaşadığım travmaları. Ağlayarak kilo kaybetmenin anlamını daha çok küçük yaşlardayken öğrendim ben. Fakat farkında değildik aslında ne kadar çocuk olduğumuzun. Nitekim, lisedeydim rüyamda. Lise anılarım var şu anda aklımda.

En eski dostlarımdan birini lise1′nin ilk okul günü kazanmıştım ben. Sebebinin ne olduğunu hatırlamadığım bir nedenden dolayı en arka sağ köşede ağlarken gelmişti yanıma o insan. Beni görüp yanıma gelişi, bana sarılışı hala dün gibi aklımda bu sabah.  O zamandan bu zamana, ne zaman üzülen bir insan görsem, sarılarak teselli etmek isterim ben. Ama tutuyorum kendimi. Çünkü artık o saf iyi niyetlere herkes yabancı. 3 sene boyunca kalkmadık o en arka sağ köşeden. Orda uyuduk, orda dedikodu yaptık, orda süsledik yüzümüzü elimizdeki malzemelerle. Sonra aynı üniversiteye geldik, farklılaştık. Lisede ne kadar farkında değilsek hayat görüşümüzün ne kadar farklı olduğundan, üniversite de farkettik. Her ne kadar farklı hayatlar yaşıyor olsakta artık, hala karşılaştığımda 10 dakika içinde 6 ayımı özetleyebilirim o insana. Hiç çekinmeden, hiç bir ayrıntıyı atlamadan. Bazen tam cümle bile kurmuyor olsam bile o insan hala anlıyor beni. Sonra kendine göre yorumlar yapıyor. Yine farklılaşıyoruz. Sonra o  10 dakika bitiyor, biz derse gidiyoruz.

Lisedeydim ya rüyamda, şu anda burnumda bana o zamanlar garip gelen bir tahta kokusu var. Hala aklımda, o tahta binanın her adımımda sarsıldığı, gıcırdadığı var.  O tahta koridorların, ayaklarımın altında her çıkardığı seste, kendimi ne kadarda güçlü hissederdim. Ama tabi geçen seneler içinde öğrendik gıcırdayan 2 tahtanın, hayatla başedebilmek için yeterli olmadığını.

Sonra okulda yüz yüze konuşmayı pek başaramadığım bir arkadaşımla, orta2den itibaren nerdeyse her gün okuldan geldiğimizde birbirimizi aradığımız, yemek yerken bile o telefonu kapamadığımız, uyuyana kadar konuştuğumuz geldi aklıma. O arkadaşımın lise 3te kutladığımız dogum gununde ben dogum gunu pastası yerine, amerikan salatası yapmıştım. Amerikan salatasındaki mumları üflemişti o dogumgunu için. ‘Ne garip kızsın sen’ bile dememişti. Şimdi onunla da aynı üniversitedeyiz, eskisi kadar konuşmuyoruz telefonda. Ama onun orda olduğunu, her gün olmasa bile haftada en az 4-5 onu göreceğimi bilmek bile rahatlatıyor beni.  Zaman bulup konuşabilsek yine biliyorumki, yemek yerken bile kapamayacağız o telefonu.

Şimdi düşünüyorumda, aslında ne kadarda küçükmüş o zamanki dertlerim. Genç halimi karşıma alıp konuşsam pek ciddiye almam sanırım. Bundan 10 sene sonrada şu anki halim için diyeceğim mesela bunları. Değişiyor çünkü hayat ve hiç birimiz aynı kalmıyoruz.  ‘Sen çok değiştin’ cümlesini insanlar birbirine kötü bir şeymiş gibi söyler çoğu zaman. Benim için bunu duymak,  büyük iltifatlardan bile güzel geliyor. Bunu biliyor olmak, güçlü hissettiriyor bu sabah beni. Umut doluyum bu sabah. Bir lise zamanından gelen görüntü bana bunu hissettiyor üstelik. Hatırladığım her olayı yaşıyorum zihnimde yeniden. Kim bilir kaç tane hatırlayamadığım an vardır.  Kim bilir kaç tane hatırlayamadığım, şimdi çoktan önemini kaybetmiş olay için üzmüşümdür kendimi. Üstelik o zamanlar için ‘En güzel yaşlarımız, böyle olmamalı’ derdik birbirimize destek olmak için. 8-9 sene sonra bile hala aynı cümleyi kullanıyoruz. Sanırım insan yaşadığı sürece, her yaş en güzel yaş. Değişmeyen bir şey var ise, bu da onlardan biridir.

Lisedeydim rüyamda dün gece. O zamanın hisleriyle yürüdüm o koridorlarda. O zaman nasıl çekilyorsam içime o kokuyu, aynı şekilde çektim içime yine. Ama şimdi kalkıp gitsem, girsem o binaya öyle olmayacak. Bahçedeki banklardan, sadece hayalim el sallayacak bana. Tekrardan o formayı giyemeyeceğim, giysem bile aynı duyguları hissetmeyeceğim. Duygularımız sadece rüyalarda aynı kalıyor çünkü. Biz değişiyoruz, bazen olgunlaşıp, bazen çocuklaşıyoruz. Yine de geçmişim güçlü kılıyor bu sabah beni.

2 Mart 2011 Çarşamba

Hello world!

Welcome to WordPress. This is your first post. Edit or delete it, then start blogging!