28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir sorun var, Anlamadım

Evet buraya kadar ilerlemiş olmam bile beni sevindiriyor suanda. Son bi kaç gündür bloguma ulaşamıyor olmak beni fena halde sinirlendiriyordu. Hala Blog sayfama ulaşamadım, anca kumanda paneli. Haliyle ders kitapları dışında okumaya zaman ayırabildiğim blog yazarlarını takip edemiyor olmak, hayatımda eksiklik yaratmadı değil. Meğer ben ne kadar bağlanmışım blog olayına. Hala kendime kızıyorum, yazılarımı bilgisayarımda saklamadığım için, eğer sorunu çözemessem oturup hüngür hüngür ağlayabilirim.Neyse..

Bazı uzak var insanlar var bize. 2-3 kelime konuşup yanlarından geçip gittiğimiz. Bizde daha fazlası değiliz onlar için. Kötü bir şey olarak söylemiyorum bunu. Herkes yapmış çevresini artık. Düzenini kurmuş. Mezun olduktan sonra görüşecekleri insanlar belli. Güya tabi. Herkes benim olduğum kadar şanslı olmayabilir. Ben bilemem. Sonra bir şey oluyor, bu uzak insanlardan biri, size kendini yakın hissettiğini söylüyor. Kendini paylaşıyor. En önemlisi, çevrenizde kimsenin sizi önemsemediği bir konuda, sizin fikrinizi soruyor. İsmi bende saklı. Benle paylaştığı satırlar, kendi satırlarımdan daha önemli benim için. Benim hakkımda o kadar çok kötü düşünen insan olmasına, çeşitli çirkin sıfatları bana yakıştırmalarına, ve beni ciddiye almamalarına rağmen, kendime bu kadar özel hissettirilmeyi hakedicek ne yaptığımı soruyorum, 24 saati aşan bir zamandır. Ve evet hepimiz birbirimizin yüzüne gülüp arkasından konuşmaya çok alıştık, bu insanların varlığından haberdarım. Ben ne yapsam da, insanlar çamur atmaktan vazgeçmeyecekler. Zaten ben hiç bir zaman insanların benim hakkımda ne düşündüğünü kafama takmadım. Çünkü ne yaparsanız yapın bu Dünya'da Meryem Ana'ya bile çamur atabilcek insanlar var.

Düşünüyorum ben hala o satırları. Bazen, kendimizi olabildiğince yalnız hissederiz. Kimse anlamıyor, kimse bizim yaşadıklarımızı yaşamıyor sanıyoruz. Dostlarımızla farklılıklarımızı düşünüyoruz. Sonra bir şey oluyor, ve insanların aslında ne kadar benzer olduğunu farkediyoruz. O satırları ben yazmadım ama, o satırlardaki duyguları yaşadığım zamanlar vardı benimde. Sanki tekrardan nefes almayı başaramayacağımı düşündüğüm zamanlar. Kendimi çaresiz hissettiğim zamanlar vardı. İnsanlar bizim onlara izin verdiğimiz kadar bizi üzebilirler. Öğrendim. Yine de uygulayamadığım zamanlar, saçma bir kelime yüzünden sabahlara kadar ağladığım geceler de oluyor. Ben bir tek kendimin bu kadar çok etkilendiğini sanırdım. Çünkü çevremdeki herkes 'Boşwer' 'Unutursun' 'Üzüldüğün şeye bak' tarzında cümleler kurdular destek kurmak adına. Bir kişi bile çıkıp bana demedi, 'Ağla ölene kadar ağla, at içinden, kendini duvarlara çarp, atlatmana yardım edecekse çıkma o yataktan aylar boyunca' demedi. Benim üzüldüğüm kadar kimse üzülmez, benim sevdiğim kadar kimse sevmez diye düşündüm hep. Herkes çok güçlü çünkü. Herkes kendi dünyasında birer Tanrı/Tanrıça. Kimse sarsamaz onları. Bütün acılarını unutur insanlar 1 saat, 1 gün içinde. Kimse benim kadar saplanıp kalmaz geçmişine. Sandım.

Ben hiç kimseyim aslında uzun zamandır. Şikayet etmekten başka bir şey yapmayan, işe yaramayan, ilgisi olması gereken şeylere kafa bile yormayan, tek derdi para harcamak ve eğlenmek olarak gözüken bir tüketiciyim sadece. Kendimi kanıtladığım, elle tutulur bir başarısı olmayan. Eski başarıları çoktan zaman aşımına uğrayıp solmuş olan biriyim. Vasfım pek yok. Bu kadarım ben bu aralar. Kendine güveni sıfır olan bir hiç kimse.

Okur mu okumaz mı bu yazıyı bilmiyorum. İki durumda da ben teşekkür ederim kendisine. Yaptığı hiç önemli değildi belki ona göre. Sadece paylaşmak istemişti belki de onun hayatının ayrıntılarını bilmeyen biriyle. Her zaman en kolay tanımadıklarımıza anlatırız çünkü sırlarımız. Butun bu takma isimlerin nedeni de bu zaten. Ama kendimi önemli hissettirdi. Bir 10 dakikalığına kendimi bir şey olarak hissettim, hiç bir şey yerine. Çok teşekkür ederim beklenmeyen bu yakınlık, tanıdıklık, samimiyet için. Umarım herkes istediklerine ve dilediklerine ulaşır. İlla optimist olmaya gerek yok, 'Hayırlısı' diyip, yoluna devam eden pesimistlerden de olabiliriz. Bir de resimki, umut versin diye.

Ps: Blogumdan uzak kalınca yine paslanmışım, cümlelerimin çoğu birbirini tamamlamayan bir anlam karmaşası yaratmakta. Kusura bakmayın artık.

25 Şubat 2011 Cuma

En yakınımızdakiler..

Monoton olan hayatlarımız ne kadar da olağandışı aslında. En yakınımızdakiler en çok sevdiklerimizdir her zaman. Annemizle kavga etsek, ilk fırsatta ona gider sarılırız, unutur söylediklerimizi hemen açar kollarını. Babamızla tartışsak, tökezlediğimizde, işin içinden çıkamadığımızda hemen gidip ona danışırız. Unutur bütün nankörlüklerimizi. Akıl verir, 'Ne halin varsa gör 1 saat önce çok biliyodun hayatı, kendin çık işin içinden' demez.

Sonra arkadaşlarımız vardır. En sevdiklerimizden. En yakınımıza alırız onlarıda. Aile sayarız bir nevi. Annemizin, babamızın bilmediği ayrıntıları fısıldarız usulca hiç çekinmeden. Sonra kafamız atar bazı şeylere. İnsan hep en çok en yakınındakiler saldırır ilk önce. Çünkü bilir, en çok sevdiklerimiz terketmez bizi. Bu düşünceden cesaretleniriz. En ufak hatalarını, asıl kafamızı bozan şeyi çözemediğimizden, büyütür büyütürüz içimizde. Hıncımızı onlardan çıkarmaya çalışırız. Kırılmazlar bize biliriz. Kişisel algılamazlar. Ailemiz nasıl bizi terketmiyorsa, onlarda terketmez biliriz. Gerçek dostluklarımızın, en büyük sınavıdır o dönemler. Açıklasınlar istemeyiz büyüttüğümüz hatalarını. Mantıklı ya da mantıksız ne neden varsa ortada, dinlemeyiz. Tıkarız kulaklarımızı.

Fakat bazen, öyle bir an gelirki, amacını aşan cümleler kurarız. Biz anlamak istemeyiz o zamanlarda onları. Onlar bizi anlasın isteriz. Biz anlamak istemeyiz aslında onları o sırada ne kadar kırıyor olduğumuzu. Bir cümlemizi bile sabaha kadar düşüneceklerini, bizim gel-gitlerimizin onların kafalarında ne kadar dönüp dolaştığını anlamak istemeyiz. Anlasınlar isteriz hep saldırılarımızın nedenlerini. Mantıksız olsak bile görsünler neler olduğunu. Olmadık şeyler söyleriz, haksız suçlamalarda bulunuruz. Ailemize yaptığımız nankörlüğün başka bir versiyonu olur bu tepkilerimiz.

Ama insanoğlu telepatik değil daha gelişen teknolojiye rağmen. Zaten zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan ilişkilerinde teknoloji söz konusu değil. 500 sene önce insanlar neden kavga ediyorsa, bizde şimdi aynı nedenlerden tartışıyoruz çevremizdekilerle. İnsanlar birbirlerini 500 sene önce nasıl seviyorsa, bizde öyle seviyoruz 21. yüzyılda hala. Erkekler hala çiçek alıyor sevdiğine. Kadınlar hala kıskanıyor erkeklerini, diğer kadınlardan. Hala seviyor/sevmiyor oyunu oynuoruz. Kırlar yerine beton binalar arasında. Sadece yaşadığımız yerler, kullandığımız aletler değişiyor. İnsanoğlu duyguları hep aynı kalıyor.

Lakin, en sevdiklerimizi kırdığımız her an hem bizden hem onlardan bir şeyler kaybediyoruz aslında. Edilen sözler öyle kolay unutulmuyor çoğu zaman. Biz öyleymiş gibi davranıyoruz. Yeri geliyor aynı kandan gelen kardeşler bile küsüyor. Hayat işte, her şey mümkün aslında. Bozulmaz dediğimiz arkadaşlıklar bile o kadar kırılganki. Hem bir insanı kaybetmek, aslında bir mum söndürmek kadar kolay. Hırsımızdan farkedemiyoruz. 'Püf de' geçsin.

Kim bilir kaç insanı istemeden kırdım ben bu hayatta. Bazılarını hala farketmemiş olabilirim ve benimde dostluklarımda, aşk hayatında o kadar çok kırıldığım an olduki. Hepsi yanıma kalan kar olarak bakmayı da öğrendim üstelik. İnsanlar istemeden kırmış olsa da, bazı cümleler varki insanın hayatında iz bırakıyor. Mesela eski bir erkek arkadasım bundan tam 9 sene önce 'Seni artık kardeşim gibi seviyorum' demişti. 2 gün sonrada bana olan aşkından bahsetmeye başlamıştı. O cümle çok yaralamıştı beni. İçimdeki bütün duyguları yok etmişti. Bitmişti yani. Olmamıştı yeniden. Olamazdı. Çünkü sınırını çokca aşmıştı.

Biraz önce de bir cümle duydum benimle ilgili. Üstelik bana bile söylenmemiş. Başka bir arkadaşımla sorunu olan başka bir arkadaşım hıncını alamayıp gayet alakasız olarak 'Firstee de beni sadece işi düşünce arasın başka zaman aramasın' demiş. Nasıl kırıldığımı, ne kadar incindiğimi anlatamam şu anda. Üstelik bunu diyen insan, 'İstediğin zamana aramadan gel, nerde olduğumu biliyorsun (genellikle ev hep ev hemde), başımın üstünde yerin var, benim olan senindir' dediğim bir insan. Hayatımın nasıl geçtiğini, benim neler yaptığımı, nelerle mücadele ettiğimi, saçma sapan bir muhabbet yaparken kafamda neler olup bittiğini, gülerken bir anda ağlamaya başladığımı, sosyal olarak bu aralar problemli olduğumu bilen en iyi insanlardan birisi. Ve kişisel algılamıyorum. Söylerken 1 sn. bile durup düşünmediğini biliyorum. Kafasında sinir krizi geçirmesine sebep olacak kesin başka bir şey vardır diyorum. Ama yine de kendimi alamıyorum, acaba bunu düşündürtecek ne yaptım diye. Acaba bu izlenimi nasıl yarattım? Sadece hıncını çıkartmak için saldırdığını biliyorum, ama yine de diyorum. İnsan ne kadar sinirli, kırgın, asabi, isyankar olursa olsun hiç düşünmediği, aklının ucundan geçmeyen bir şey söylemez. Yapamaz yani. Aklında hiç olmayan bir şey, en sinirli olduğunda anda insanın aklına gelmez. Mutlaka bunu düşündürten bir şey olmuştur. Ama ne? Ben ne yapmış olabilirim?
Hatta ben ne yaptımda bu cümleyi hakettim? Haketmedim, başka bir arkadaşımda ona söylenen şeyleri haketmedi bu gece. Maruz kaldığı davranışı haketmedi. Bana göre tabi bu. Bazı insanlar için arkadaşlığı bitirme sebebi olabilir. Tanıyamıyorum artık insanları. Her şey mümkün diyorum.

Hem ne kadar kolay insanları kaybetmek, mum üfler gibi. 'Püf de' geçsin. O mum söndürülür, ve biz karanlıkta beraber kalırız. Peki karanlıkta kalıp, yanındakilerin varlığıyla korkmuyorsan eğer, ne gerek var en yakınındakileri bu kadar üzmeye ve kırmaya?
Kavga ederiz, püf deriz, her yer karanlık olur, ışıklar geldiğinde yine sarılırız. Ama madem böyle olacak, o zaman ne gerek var?

23 Şubat 2011 Çarşamba

Falan falan filan

efet yeni bir gun başladı gibi oldu sonra uykuya aldım günü, ama artık kesin olarak başlamış bulunmakta.Okula gideceğim, ayrıca kavitasyon zımpırtısına da gittim. O üstümde dolaşan aletin beni zayıflatacağına inanmasamda devamlı yeni seanslar almak istiorum. Yazık babacığıma. Kendimi tutmanın limitindeyim. Ben kendi paramı kazanınca sanırım 1 gunde bitireceğim maaşı. Bana yalan 'İnsan kendi parasını harcayamazmış' düşüncesi.
Bir de ilk maaşımla laser epilasyon hayallerim var. Daha önceden gittim ama sarısın ve beyaz tenli olduğum için hiç bir işe yaramadı bende. Boşa giden para oldu. Ama akıllanmadım sanırsam.

Neyse dün yazdığım yazılara hiç yorum gelmemiş. Okuyan var mı yok mu bilmiyorum. Ama ben üzülüorum öyle olunca. Hani eften püften şeyler yazsam bile birileri önem versin istiorum nieyse. Yorum yapınca insanlar nolucaksa. Ama tek mutluluğum bu işte. Okula verdiğim fazladan 1 kredi isteyen dilekçemin kabul olup olmayacağınıda çok merak ediorum. Hatta ölüccem meraktan. Ve bü yüzden uyumak istiorum. Bir an önce nolucaksa olsun hesabı.

Bide yaz gelsin istiyorum artık. Daha 3. hafta aslında genelde 6.-7. hafta gibi olurdu bu istek içimde. Bitirme yaptığım hoca dünkü durgunluğuma baya bir şaşırdı görüşmede. 'Bukadar bırakma kendini, insanaların seni bu kadar etkilemesine izin verme' falan dedi. Üzüldü sanırım. İnsanların beni etkilemesine izin vermemeyi başarsam hayatın sırrını çözmüş olacağım zaten. Hihooo falan diye 2-3 sebeklik yapıp terkettim odasını. Ben en çok ciddiye aldığım şeyleri, ciddiye almıyormuş gibi davranmayı seviyorum sanırım.

Kafam çok karışık bu aralar okuldan bağımsız olarak. Evet onun dışında da kafa yorduğum şeyler var yani. İçimde patlamaya hazır bi volkan var sanki. Tutuyorum tutuyorum gülüp geçiorum. Kötü günler, kavgalar, çığlıklar yaşanmamış gibi davranıorum. Beni tek mutlu eden insanın, beni bu kadar mutsuz etme gücüne sahip olmasından hoşlanmıyorum. Ama napiyim. Sanırım tuzu biberi dedikleri bu olsa gerek. Son olarak yaşadığımız kavga biraz fazla tuzlu biberliydi. Baharatlıydı bide. Ağzım dilim boğazım yandı. Nefret ediyorum onunla kavga etmekten. Ama oluyor işte. 3-5 ayda bir oluyor. Olsun zaten arada iidir rahatlamak adına ama ben pek rahatlayamıorum işte :( (üzgün surat hüüü)

Neyse ben yine geç kalıyorum derse. Biliyorum bu yazımda kendi kendine günlük kıvamında bir yazı. Okuyan olur mu orası meçhul. Blogumda tek başımayım. Aslında ordasınız biliyorum ama azıcık trip atmak istedim.

22 Şubat 2011 Salı

Son'lar


Neden son sigaranin son son nefesi bu kadar onemli bizim icin? Ilk paket actigimiz an aslinda ne kadar degersiz o 20 dal. Yakip yakip atabilioruz. Sonra son sigara geliyor. Yaktigimizda hic bitmeyecekmis gibi geliyor. Sonra elimizde bir fitil kaliyor ve biz onu atmaya bile korkuyoruz. Son cunku O. Ona muhtaciz aslinda, birakamiyoruz oyle kolayca o ilk 19 sigarayi biraktigimiz gibi. Aslinda sigara da degil olay ya neyse..

Neden kaybetme korkusu yasamadan uzulemioruz? Illa 'ayrilik' kelimesi mi bizi getiriyor kendimize. Neden Son'lar bu kadar kiymetli? Neden mutlu anlarimizda kirmak, uzmek bu kadar kolay? Son ana kadar farkedemiyoruz kayiplarimizi, kaybedeceklerimizi. Hani buyumustuk biz? Hani bilirdik kaybetmenin anlamini? Pisman olacagimiz sozler soyledigimizi neden hep en son anda farkediyoruz? Bastan alsak, bastan konussak davranmanayacagiz belki de bu kadar saldirgan. Ama olmuyor iste. Insanoglu hic bilmiyor. Elindekini kaybetme korkusu yasamadan ogrenemiyor. Son sigara oldugunu anlamadan, kiymet veremiyor o dumana. Unutulan Ilk'ler var coktan. Kiymetsiz olmuslar bile.
Ama Son'lar hep cok degerli. O Son'lar o kadar uzuyorki bizi, butun gecmisimiz yokoluyor sanki. Butun cekilen ilk acilar, ilk kavgalar, ilk deneyimler onemsizlesiyor. Bir Son kaliyor bizden iceriye.

Hepsi gecmis gitmis bir tek o son cumleler var aklimizda. Son sigara, son ayrilik, son barisma. Son cunku O. Ondan oncesi de yok artik, sonrasi da yok. Adi ustunde Son cunku O.

- Posted using BlogPress from my iPhone

21 Şubat 2011 Pazartesi

Karar veremedim

Herkes mukemmel, herkes kusursuz. Biri bildiginiz en buyuk dahiden daha dahi, digeri daglari delmis. Bir baskasi Dunya'yi dondururken, arkadasi uzaydan bakiyor evrene. Herkes basarmis hayallerini, herkes kendi hedeflerinin zirvesinde. Kimisi milyonlara duyuruyor sesini, kimisi onbinleri pesinden surukluyor. Birisi ise dunyanin merkezine tunel kazmis. Kimse kimseyi oldurmemis, kiskanmamis, kimse kimseye ihanet etmemis. Kimse bir baskasinin basarisina goz dikmiyor ustelik. Ihtiyac yok cunku, herkes basli basina bir basari oykusu. Baktiginizda bu boyle.

Sonra..

Herkes siradan, herkes nefes almaya calisiyor. Kimse ulasamamis hayallerine yasam mucadelesi vermekten. Bir firtinada suruklenmeye baslamislar, kendilerini durdurmaktan aciz kalmislar. Bu Dunya'da herkes kirmis birbirini, herkes kiskanmis, kimse bir baskasinin iyiligini dusunmemis. Kimse hedeflerine ulasamamis, dediklerini yapamamis. Dunya donerken sadece seyretmis neler olup bittigini. Kimisi camur atmis arkadasina, kimisi baskasinin basarisini kendine mál etmis kendi acizliginden.

Bense oldugum yerde dururken, donmus Dunya baska bir gun olmus. Ve ben bugun hangisi olmak istedigime karar verememisim.

Hic bir sey, hic kimse olmak istemisim sadece.
Ne mukemmel, ne siradan.


17 Şubat 2011 Perşembe

Been There, Rocked that..but its gone now.

Kendimi uyuşturu bağımlıları gibi hissediyorum. Sadece kendim için değil bu hissiyatım. Tabi bu duyguyu sadece okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden biliyorum yada bildiğimi sanıyorum. O filmlerde ve kitaplarda, bağımlıların dostlukları normalde bulabilceğiniz gibi dostluklar değildir. Eğer cebinizde mal varsa sizinle ölüme bile gelirler, yoksa sizi satabilirler bile para karşılığı. Dostluğun sınırı olmadığı gibi ihanetin de sınırı yoktur o hikayelerde. Sonra ölmeye başlarlar yawas yawas. Bırakan şanslı 1-2, belki yaşar belki yaşamaz. Belki tekrar başlar.

Bende kendimi öyle hissediyorum. Dedim zaten. Üniversitenin ilk yılları, yeni kazanılmış bir özgürlük. Artık izin almadan evden dışarı çıkmak. Haber vermen yeter, izin almadan kalman istediğin arkadaşında kalabilmek. İstediğin kadar harcaman, istediğin kadar içmen, istediğin kadar insanla konuşman, istediğin kadar eğlenmen. Öyle bir yanılsama ki bu, hayatının kontrolu sende sanıyorsun. Tıpkı her bağımlının 'İstediğim anda bırakırım' demesi gibi. Hangi sınavlara çalışmadığımı, sırf akşamdan kalma olduğum için kaç sınava kalkıp gitmediğimin sayısını unuttum çoktan. Unutmadıklarım o beraber zaman geçirdiğim insanlar. İstanbul'u salladım ben. Salladık. İstanbul benim oldu, bize yenik düştü. Fazla alkolden hastaneye gidip serum yemek komik bir olaydı bizim için o zamanlar.
-'Abi dün akşam yine hastanedeydik hauehehuuedheu'
-'Bu gece hastaneden loca ayırtalım bari, her hafta birini taşıoruz ehueheueh'
-'Aynen kanka hehuehe'
Gibi, gibi.
Sonra eğlendiğim her anın acısı benden çıkmaya başladı. Nasılki uyuşturucu, vücudu yavas yavas çürütüyorsa, yaşadığımız o hayatta bizi tüketmeye başladı. Daha doğrusu beni. Ben toparlayamadım. Sonra ben öldüm. İnsanlar toparladılar kendilerini. Ben tekrardan yaşama dönmeye çalışırken, onlar çoktan devam ettiler hayatlarına. Hatta yeni hayatlar kurdular kendilerine. Büyüdük kısaca. Geçirdiğimiz hatırlamadığımız gecelerden sonra, birbirimizi kahkahalarla arayıp 'Noldu ?' diye çözmeye çalışırken, artık utanarak aramaya başladık. İçip içip saçmalayan insanlara, aşağılayan gözlerle 'Hala öğrenemedin mi içmesini?' der olduk.

Bir tek ben hapsoldum bu döngüde. Eskisi gibi eğleniyor, hiç bir şey umrum değil olsam, zaten böyle hissediyor olmayacaktım. Ama öyle de olmuyor, böyle de olmuyor. Artık geçti, sonu olmayan party gibi bir hayat yaşamak benden biliyorum. Fakat beni bitiren, aslında bu kadar sorumluluk sahibiyken, hala kendi çıkış biletimi alamamış olmak. Üstüme kabus gibi çöktü o yaşadığım eğlenceler. Hala acısı çıkıyor. Hala bitmiyor gençliğimin, eski sorumsuzluğumun intikamı. Hala yetmiyor. Bir türlü nötr'lenmiyor ve ben bir türlü özgür kalamıyorum. Diğerlerinin aksine. Ve uyuşturucu bağımlılarının balon olan dostlukları gibi, benimkiler de sönüyor. Çünkü kimse anlamıyor. Benimle aynı geceleri geçirip, aynı sınavlara girip çıkmış ve aynı sorumluluklara sahip olan herkes kurtardı kendini. Bense evdeyim artık hep. Genelde yalnız. Sosyal aktivitem telefonum.

Öyle olsun istemiyorum hayatım tekrardan. Sorumsuz, yarını düşünmeyen, anlık eğlencesine bakan. Ama böyle de olmamalı. Daha çok işe yaramalıyım. Dünya'ya katkım olmalı. Kurtulmalıyım bende. Planlar yapabilmeliyim. Kontrol edebilmeliyim hayatımı. Daha fazlası olması.

Yani benim hala 'Roxy Girl' olduğumu düşünen hocaya inat, değilim artık. Çünkü ben öldüm. Ve diğerleri devam ettiler. Diğerleri çizdiler yollarını. Ve ben üstüme atılmış toprağı tırnaklarımla kazmaya çalışıyorum. Ama hep daha fazlası dökülüyor. Yardım eden yok, edebilecek olan yok.

İstanbul benimdi. Been there, rocked that!
Ve kaydı gitti ellerimden.
Başka tutacak bir şey bulamadım.
Ve sonra ben öldüm.
Diğerleri devam ettiler.
......

15 Şubat 2011 Salı

Beklenmeyen

Evet sabahki giderlerimi bir bir yutmam lazım sanırım an itibariyle. Bugun den hiç bir şey beklemezken, çeşitli süprizler, ve benim elimde patlamayan süprizlerin sahibine verilebilmiş olması, hmmm şeyyy neydii, aslında mutlu ediomuş. Galiba, sanırım. Yok yok hakkaten öyle.

Şimdi günümün nasıl başladığını biliyorsunuz zaten. Eski bir kazak, biraz makyaj falan bildiğiniz kısmı. Sizin bilmediğiniz, butun gün deli danalar gibi ortalıkta saldıracak insan aramak, Nesquik kendini kötü hissetmesin die asla ama asla ona bu duygu gel-gitlerini belli etmememek, sacma sapan ders programım yüzünden saatlerce aynı bankın üstünde oturup 1 paket sigara bitirmek, insanların gidip gelmesi benim olduğum yerde sabit kalmam, bugunden bir şey beklememek, Sevgililer gününe bok atanlara bok atmak istemek ama yapılan hazırlıklara rağmen kutla(ya)mayacağını bilmek(iş toplantısı/yemeği var çocugun aaaaa) ve bu yüzden Sevgililer gününe de bok atmak istemek,sevgliler günüyle ilgili naptıklarını/napacaklarını saniye saniye twitterda paylaşanlara kafa göz dalmak istemek (Ben bir haftadır hazırlanıodum bir tweet bile yazmadım görgüsüzler) ...vs vs vs.

Sonra bir telefon, günüm aydınlandı.Önce aydınlandı sonra biraz korku hali sardı dört bir yanımı. Eve gelen çeşit çeşit hediyeyi babamın teslim almış olması (ki kesinlikle sevgilim olduğu gerçeği babayla paylaşılmaz bizde), annemin panik halindeki telefonuyla tarafıma bildirildi. Neyseciğime ben böle ilk şoku atlattıktan sonra biraz rahatlamışken 2. telefonun gelmesi, bu sefer babamın gelen çiçekleri teslim almış olması ve her şeyden enteresanı benim 2 tane erkek arkadaşım olduğunu düşünüp benimle gurur duymasına kadar gidiyor bu hikaye. Butun bu telefon trafiğinden sonra, Nesquik'in araması işinin bittiğini söylemesi. Beraber Sevgililer Gününü kutlamak, artık yaştan mıdır, yoksa onunla beraber olduğum için midir bilmiyorum, sanki daha da bir anlamlıydı bu Sevgililer günü. Sanki ben bir liseli kız, sanki ilk aşkım ve sanki ben onunla evleneceğim gibi klişe düşünceler. Hani böyle bir anda gününüze ışık doğması. İşin ilginç yanı, ben Sevgililer Gununu hiç önemsemezdim bile. Genelde 'Uff aman kim uğraşıcak?' Ama sanırım, bazen karşımıza çıkan insan hala, ilk defa yaşamadığımız şeyleri ilk'imizmiş gibi yaşatabiliyormuş. Yeni bu duygu benim için. Uzun zaman sonra Heyecan, uzun zaman sonra aslında SON olan İLK. Sadece ikinizi saran havaifişekler..

Yani yazının özeti şöyleki, sabahki yazımı tamamen yutarak;

Bazen klişelerde, insanı mutlu, en mutlu edebiliyormuş.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Kliş Kanka

Klişelerden nefret ediyorum. Her sabah aynı uykusuzluk mesela. 15 saat uyusamda aynı 3 saat uyusamda. Pavlov'un köpeği misali, o alarm çalıyorsa, ben uykusuz oluorum. Nitekim alarm çalmadan 6 saatte de uykumu almış olarak uyanmışlığım vardır. Sıkıldım bu klişemden. Mesela bazen de ne giyersem giyim, kendimi 10 senelik boğazlı kazagımın içinde güzel gördüğüm kadar güzel göremiyorum. Bu önemli.
En güzel maskemi taktim az önce, üstümde eski bir kazakla. Saclarımı bile maskeledim. Parlak parlak takılara sahibim. Ve şuanda geç kalıorum günlük, benim için hiç bir anlamı olmayan işlere. Ha bir de bugun Sevgililer Gunuydu dimi? Yok ona saldırmayacağım şimdi. Belki akşama.

Ve bugun butun klişelere kafam girsin istiyorum.

11 Şubat 2011 Cuma

Sevebilirim

Simler üflenebilir saclarıma çokca
Ve ben bir balık olabilirim akvaryumda
Sırtına tırmanabilirim birden
Ve atabilirim kendimi uçurumdan

Kırmızı bir elbiseyle karşında
Makyajsız durabilirim utanmadan
Topuklu ayakkabılarım
Ve çarpık bacaklarımla

Susabilirim kavga ederken
Ve gülebilirim canın yanarken
Bir papatya falı olabilirim aslında
Sen uzaklara daldığında

Bir yüzük takabilirim parmağıma
Ve kaybedebilirim onu duşta
Bir salıncağın üstünde
Ulaşabilirim göklere

Balonlar bağlayabilirim koluma
Ve patlatabilirim hepsini
Gülleri kurutup saklarım belki
Ve atabilirim sonra çöpe

Kelebek kadar olabilir ömrümüz
Yine de ismimi unutmazsın belki
Ya da çıkmayabilirim hayatından
Haberdar olmazsın gitmediğimden

Sürükleyebilirsin beni peşinden
Ve ben ters yöne koşabilirim
Kokum gelebilir burnuna
Uzansan da tutunamazsın

Yatağımın üstünde ağlayabilirim
Kaybettiğim gençliğime bakarak
Cıplakta olabilirim belki
Ve sadece saçımı okşa isteyebilirim

Kitap gibi okuyabilirim seni
Ve sadece bir cümleymiş gibi davranabilirim
Öldürebilirim seni duraksamadan
Sen beni öldürmeden

Gülüşümü giyebilirsin sende
Gözlerimdeki ışığı ödünç verebilirim belki
Gözyaşlarıma bile dokunabilirsin hatta
Simler üfleyebilirsin saçlarıma çokça

Ve ben, utanabilirim.
Ve ben, kaçabilirim.
Ve ben, unutabilirim.
Ama ben sevebilirim seni çokça

9 Şubat 2011 Çarşamba

Ortak Şiir

Sevgili Hero, ile ortaklaşa şiir yazma olayına girdik gece gece. Hiç tahmin etmezdim, birbirini tanımayan iki insanın bu bütünlüğü yakalayabilceğine. Ama oldu gibi sanki. Asla Hero kadar güzel şiir yazamam orası ayrı ama, onun ve sizin affınıza sığınarak paylaşıyım efenim.


İNKAR
Bu ten bana ait değil,
Dokunduklarına benzetme,
Bu ruh sana ait değil...
Boşuna bakmasın gözlerin,
Bu gözler bize ait değil... (Hero)

Seveceğime inanma,
Bu kalp benim değil.
Hemen inanma,
Bu sözler ben değil.
Fotoğraflarla avutma kendini
Anılar bizim değil......(Firste)

Yarını boşver,
Bir gelecek varsada,
Bize değil...
Susmasın dudakların,
Susamış olsamda,
Bu dudaklar bizim değil...(Hero)

Kurulama saçlarını boşuna
Islandığın yağmurlar
Gökten değil.
Ayılmaya uğraşma yok yere
Zihnindeki şarhoşluk
Şaraptan değil...(Firste)

Bir kadeh kalbime batmış,
Korkma ,
Ellerin kanda değil..
Yine üzerimde geçmiş,
Yıllanmışlığım var..
Senden değil...(Hero)

Duman var yüreğimde
Ateşi senden değil.
Sayıkladığım isim
Alınma senin değil.
Karanlık kırgınlığım
Merak etme sen değil...(Firste)

Ve aslında bir biz var,
Bu dünyada değil...(Hero)


Evet bu son bitiriş cümlesi sanırım satırlarda anlatılmak istenene son noktayı koyuyor. Firste kaçar, Hero kaçar.

6 Şubat 2011 Pazar

Denizkızı

Tükenmişlik çökmüş üstüme, gözlerimdeki mutluluk ise, en büyük çelişkim.
25 saatlik uykular yeter mi 1 günü yok saymaya?
Varlığını yaşamayadığım gün, kayıp mıdır?
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlardan korkan, bir elinde kadehi.
Sonra bir deprem oldu, binalar yıkıldı, sokağa dökülenler vuruldu.
Ve ben bütün korkunç görüntülere rağmen, uyanmak istemedim.
Bilinçaltındaki kaosu, hiç bir şeyi/kimseyi kucaklamadığım gibi kucakladım.
Ordaki karmaşa, gerçek hayatın karmaşasından çok daha kolaydı.
Çünkü kontrol bende biliyordum, istediğim zaman uyanırım.
Kontrol edemediğim hayatıma inat.
Sonunda belki yoluna giriyordur bu deli aklım.
Belki ben farkedemiyorum daha.
İçtikten sonra, hep pişman olurdum ben eskiden, pişman olacağım şeyler yapardım.
İlk defa pişman olmadan kapadım gözlerimi huzurla.
Ondan önce kendime gösterdim belki de.
Sevdiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Sevildiğimde nasıl bir insan olduğumu.
Her anı tekrar tekrar yaşadım, yanlış olan bir ayrıntı var mı diye
Bulamadım.
Ondan çok ben kendim şaşırdım.
Deliyim çünkü ben, kendimi her fırsatta sabote ederim.
Etmedim bu sefer.
İstemedim bile.
Zorlanmadım, güvenilir olurken.
Buymuş belki de beni kendime getirecek şey.
Ya da kendimi sabote etmemi, butun mutluluklarımı kaçışlarla bozmamı engelleyecek olan.
Denizkızıydım rüyamda, ahtapotlar yüzünden kendini denize atmaya korkan.
Tek derdim, 'Beni böyle de kabul eder mi?'
Sevdiğim adam..
Aşk bunu yapar.
Sizi değiştirir.
Önceki halinizi, zorla da olsa kabul eden, geçirdiğiniz değişime inanır mı?
Denizkızıyken, sadece onun ne düşüneceğini merak ediyor oluşunuza inanır mı?
Ya da siz kendi geçirmekte olduğunuz değişime inanır mısınız?
Belki de bu değişim artık beni tanımlayan.
Dürüst, sadık, en ufak eğlencesini bile yanında olmayanla paylaşmaya çalışan..
Denizkızıydım rüyamda, yaşadığım ruhsal değişimin somut hali.
Denizkızları iyiliği simgeler masallarda.
Rüyalarda ise hayalkırıklığını simgelermiş.
En çok sevdiği anda terkedilir insan.
O binalar yıkılırken, zihnimde panik zilleri çalmasına neden olan tek isim, kanıtlayacak bana tersini umarım.
Çünkü ben kanıtladım kendimi.
Denizkızıydım rüyamda.

4 Şubat 2011 Cuma

Kurt

İzediğim saçma dizilerin bir tanesinde değişik bir şey öğrendim. Gerçekten öyle mi, yoksa sadece senaryo olsun diye mi yazılmış bilmiyorum. Araştırmadım da, üşendim. Google it Yourself!

Kızılderili inanışlarına göre, içimizde 2 kurdun apansız savaşı süregelirmiş. Bu kurtlardan bir tanesi iyiliği, mutluluğu, güzelliği, aydınlığı, diğeri ise kötülüğü, insan egosunu, karanlığı, mutsuzluğu temsil edermiş. Biz hangisini beslersek, o kazanırmış bu savaşı.

Peki ben bunu niye yazdım? Çünkü içimde olan o iki kurdun savaşını artık hissedemiorum. Böyle bi durgunluk. Hiç bir şey yok sanki harekete geçmemi sağlayacak. Mutsuz değilim kesinlikle ama mutlu olmak içinde bir nedenim yok sanki. Mutlu olmak için nedene ihtiyacımın olması çok mu garip? Yaşamak için nedenim yok demek istemiorum çok intahara meyilli bir cümle oluyor (sevmem ben öyle tripleri), ama neden yaşıyorum ben? Mezun olmak için mi? Neden mutlu olmalıyım? Sahip olduklarıma şükretmeliyim evet, bu yazdıklarımla çelişerekten her an zaten 'Allah daha kötü dert vermesin' derim kendi kendime. Şükretmesini çok iyi bilirim. Ama neden işte? Neden odamdan çıkmam gereksin mesela? Sevgilimi görmek için mi? Oda gelebilir. O gelsin. Hatta lütfen gelsin, çok mutluyum onun yanında nedenini bilmesemde. Mesela ayrılsak işte o zaman mutsuz olmak için bir nedenim olur. Günlerce ağlarım heralde. Peki neden hayatımda her şey varken, ben hala mutlu olmak için bir nedene ihtiyaç duyuyorum?

3 haftadır canım, annemin 1 yemeğini çok istiyordu. Bugun yapmış. ' AAa anne yapmışın canım çok istiodu kaç zamandır' dedim. Annemde sasırdı: 'Kızım nie söylemedin, daha önceden yapardım' dedi haliyle. Bende 'Üşendim' dedim. Masada bi sessizlik. Bende şaşırdım aslında neye üşendiğimi düşününce. Annem 'O zaman bundan sonra msg at bari' dedi. Güldüm. 'Ona da üşenirim' demeye dilim varmadı.

Neyse ne diodum, içimde olan kurtlar ölmüş sanki benim, ne çarpışmalarını ne de birbirlerini parçalamaya çalışmalarını duyabiliorum. Hayatımın amacını kaybetmiş gibiyim, kendime bi amaç bulmak istiyorum, ama hiç bir amacı şu odamdan çıkmaya değer görmüyorum.

Nolucam ben ya? Off yeter hakkaten nolucam ben ya? Çok fazla geliyor hiç bir şey hissetmiyor olmak. Çok fazla geliyor kendimle ilgili hiç bir şeye heyecan duymuyor olmak.Çok!

2 Şubat 2011 Çarşamba

Bir Cümle

Ben hiç bir zaman kindar bir insan olduğumu inkar etmedim. Bana yapılan kötülükleri içimde hırs yapıp, hiç bir zaman karşı tarafa zarar vermeye calışmadım fakat kalben ve ruhen rahatlamak için sivri dilimi kullandığım gerçeğini hiç yalanlamaya çalışmadım.

Erkek arkadaşım ve bir arkadaşı oturmuşuz yemek yioruz. Birden bi muhabbet açıldı. Konu:

Kız kardeşin olsa, erkek arkadaşı olmasına laf eder misin? İzin verir misin? Görsen naparsın? gibisinden sorular. İşte diğer arkadaşın, kız kardeşi var zaten. 'Abi kötü oluyorum konuşmayalım. Görsem huzursuzluk çıkartırım, nolur görmiyim duymıyım bilmiyim' şeklinde cevaplar vermekte. Sonra erkek arkadaşım (of böle demeyi de hiç sevmiorm, takma ismi bundan sonra 'Nesquik' olsun.Evet gerçekten öle olsun),
'Abi erkek arkadaşı olmasında sıkıntı çıkarmam ama eğer o çocuğun, kardeşimi üzdüğünü, ağlattığını görürsem, işte o zaman sıkıntı çıkartırım' şeklinde bi cevap verdi. Bu arada kendisinin kız kardeşi yok. Ben ilk başta durdum, gerçekten durdum. Bişi dememek için kendimi tuttum. Ama olmadı be kankitler. Gerçekten olmadı.
'Madem böyle düşünüosunuz, o zaman siz neden kız arkadaşlarınızı üzüp ağlatıosunuz? Siz nie her zaman doğru davranmıosunuz o kızlara?' dedim. Herhangi bi amacım yoktu aslında. Huyum kurusun otomatik yapıorum. Nesquik çok bağırır, çok sinirlenir kavga ederken beni çok üzer. Gerçi 1 sene de öyle kavga en fazla 3 ama olsun. Bozuldu orda bi bana, 'Nie ben seni çok mu üzüorumda böyle suçluosun beni?' dedi. Bende 'Yok genelleme yaptım, daha önceki kız arkadaşlarından bahsettim'  falan dedim ama mesaj ulaştı bi kere. Sonra durdu 'Hem senin abin yok, sen sayılmazsın' dedi, güldü saçımı okşadı.Geçti öyle, uzatmadım. Tadımız kaçardı çünkü ben biliyorum kendimi. Ama artık bu bende senelerdir savunma mekanizması olmuş. En ufak saçma bir muhabbetten bile ince mesaj vermenin yolunu buluyorum. Üstelik istesem de kendime engel olamıyorum zaten.

Neyse, öyle yani, abim yok diye 'üzülmemesi gereken kız rolu' bana çok görülmüş oldu yani bu gece şakayla da karışık olsa. Bu kadar kötü anlattığıma bakmayın, aslında beni hep el üstünde tutmaya, kırmamaya, istediklerimi yerine getirmeye çalışan biri kendisi. Ama arada benim böle hatun  damarım tutuo işte. Bir de bana bu cümleleri kurdurtacak kadar bağırıp çağırmasa 4/4'luk olacak ama o da nazarlığımız heralde.