13 Aralık 2012 Perşembe

O Kimse?

 
Bir sürü konuşulmuş kelimeler.
Susuyor, susuyor, susuyor.
Dudaklarından hüzün dökülüyor.
 
Bağlanıyor birbirine yalnızlıklar.
Gidiyor, gidiyor, gidiyor.
Gözleri arkasından bakıyor.
 
Bir bir kararıyor renkler.
Soluyor, soluyor, soluyor.
Elleri boşluğa uzanıyor.
 
Yavaş yavaş ıslanıyor yastıklar.
Üşüyor, üşüyor, üşüyor.
Tenine dikenler batıyor.
 
Teker teker yakılıyor resimler.
Bağırıyor, bağırıyor, bağırıyor.
Yüreğine alevler basıyor.
 
Sıraya diziliyor şarkılar.
Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor.
Kulakları onu duyuyor.
 
 
Ve dinlemiyor onu insanlar.
Görmüyor, dokunmuyorlar.
Yangını dindirmiyor, o kimse.
Ve bir hayalden ibaret kalıyor, o kimse.

25 Kasım 2012 Pazar

Bagirma




Gittikce daha cok bagiriyorlardi. Konusmak degildi amaclari, anlasmak hic degil. Aslina bakarsaniz birbirlerini duymak bile istemiyorlardi. Sadece birbirlerinin sesini bastirmak icin yukseliyordu nefesleri.
Daha cok efor sarfedebilmek icin hep daha cok hava cekiyorlardi cigerlerine. Daha guclu ciksin sesleriydi tum dertleri.
Disardaki karmasayi tasimislardi yuvalarina ve ne gibi bir felakete suruklendiklerinin farkinda degillerdi. Zaten biri cikip onlari uyandirmaya calissa bile anlamazlardi.
Dinlermis gibi yaparken aslinda kendi seslerinde boguluyorlardi.
Yaptiklari sey tam olarak buydu.
Bogulmak.
Bilmiyorlardi.

5 Ekim 2012 Cuma

Bir Hikayem Var


Dün biri bir şey sordu bana. Artık renksiz olarak.

"Yazıyor musun hala?"
"Hayır" dedim. "Yazamıyorum."
"Neden?" dedi.
"İçimdeki isteği öldürdüler." dedim. O telefonu açtığım anda kapatmak isterken bir anda dökülmeye başladı kelimeler ağzımdan.
"Yazamıyorum zaten artık, istesem de yazamıyorum. Eskiden düşünmeden yazabilirdim, artık yapamıyorum. Çok fazla sır var, çok fazla üstüne alınacak olan var. Hem hesap vermek tüketti içimdeki yazma isteğini. Şimdi yazmaya çalıştığım zaman bir ergenin anıları gibi oluyor." dedim.
Biraz sessizlik oldu. Ben o sırada sakinleştim. Yine gizlendim duvarların arasına.
"Olman gereken tam da bu işte, yazman gereken tam da bunlar." dedi. Ama sesi çoktan yabancılaşmıştı tekrar bana. Duvarlarımı bu kadar kolay kırmış olmasına sinirlendim bir nefes alımlık zamanda. Herkesin içerisinde bir tek o ses terketmemişti belki de senelerdir inatla. Herkesin gözünde sıradanlaşmışken, onun gözünde hala özel hala orijinal kalmıştım. Artık rahatsız olduğum o seste kendime ait bir şeyler bırakmıştım.
Kimsenin daha önce farketmediği bir şeydi o parçam. Ve sinirlendiğim o saniyede kendimi aslında çok çıplak hissetmiştim. Bu aralar ihtiyacımın olmadığı bir duyguydu bu. Ruhsuzca kapadım telefonu. Ses kesildi.

Ve durun, şimdi size bir hikaye anlatacağım. 

""Her gün, her saniye özlüyorum seni. Özledikçe daha çok sinir oluyorum. Özledikçe daha çok farkediyorum beni olduğum gibi kabul edememiş olduğunu. Artık konuşmuyorum bahsetmiyorum senden. Ben ki, düşündüğü, hissettiği hiç bir şeyi saklama gereği duymayan. Bir sürü maskem var yine. Sıra sıra takmaya başladım. Ve senin yanında içimdeki bütün pisliklere rağmen asla maske takmadığımı farkediyorum her kıyafet değiştirdiğimde. O zamanlarda daha çok acıyor canım. Senin yanında kendim olduğumu görememiş olman, ya da belki de görüp bundan tiksinmiş olman yoruyor beni bu aralar. Bir de yalnızım tabi, yalnızlık koymuyor da, senin beni terkedişin koyuyor. Terketmen bir ihanetti maskesizliğime. Terketmen bir vazgeçişti ismimden, cismimden. 
Daha önce de terkedildim ben, daha önce de aldatıldım. Fakat senin benden vazgeçmiş oluşun her geçen gün daha çok büyüyor içimde. Büyüyor ve bir boşluk oluşturuyor. Gittikçe yutuyor içimdeki her şeyi o boşluk. Şimdiye kadar doldurmuş olmam gerekirdi oysaki o boşluğu.
Ben kimdim? Ben neydim? Huzursuz uyandığım sabahlarda hep sorgulardım kendimi."Ben gerçekten bunları kaldırabilcek kadar mı kirlettim kendimi?" diye.
Ben senin yanında tam da olduğum gibiydim. Geçmişiyle, hatalarıyla bütün pisliğiyle. 
Bütün bunlara rağmen senindim işte. Tamamen gerçektim. Yalanım dolanım yoktu. Beni sev diye numara yapmıyordum. Sanıyor musun ki bundan sonra hayatına girecek olanlar benden temiz olacak? Belki de daha kirli olacaklar. Sonra yavaş yavaş öğreneceksin belki de onların hatalarını. Belki de bu yüzden soğuyacaksın onlardan. Kimse kendini gösterdiği kadar saf değil çünkü. Bense, aslında senin yanında olduğum süre boyunca sana, seni kendimden soğutacak bir sebep vermemiştim. Yalanlarla boyamamıştım gözünü. Kendime karşı kaybettiğim bütün savaşlara rağmen bir aşk büyütmüştüm içimde. Işıklı, cıvıl cıvıl, çocuksu. Ve aslında çok masumdum ben sana.

Bir gün farkedeceksin sende. Yeterli olgunluğa erişince. Belki de asla erişmezsin. Kim bilir? İsmin bile karşıma çıkmıyor artık. İsmini bile seslendirmiyorum artık. Ara ara yazıyorum belki. Gizli gizli. 
Anlamı varmış gibi.
Her yerden yaraladın beni. Dört bir yandan geliyorlar üstüme. Bir açık yakalamak, bir mimik yakalamak için. Açık etmiyorum. Dedim ya maskelerime geri döndüm diye. 
Neyse, sen bunlara üzülme. Sen bunları kafana takma artık. Bak ben çekildim köşeme. Duvara yasladım sırtımı. Soğuk biraz. Biraz da sert. Olsun. Hayatımdaki hiç bir şey için mücadele edesim yok bu aralar. Sanki bir başka ben var karşımda izlediğim. Ben bir köşede hareketsiz oturayım da, bu kız ne yaşayacaksa yaşasın kendiliğinden.
 Hayatımda ilk defa kadere bu kadar çok inanmak istedim.
Alnımızda ne yazıyorsa o.
Su akar yolunu bulur.
Her şey olacağına varır.
Gibi cümleler..""

Uzun zamandan beri, belki de senelerden beri ilk defa yazdığım cümleleri silmeden devam ettim. 
İyi geldi. 
Gerçi birazdan pişman olacağım.
Neyse, o sese teşekkür olsun o zaman bu yazım. 
Ve evet belki de haklıydı.
Yapmam gereken tam da buydu.


17 Eylül 2012 Pazartesi

Her şey

İçinde umut barındıran bir hayalkırıklıgından bahsedeceğim şimdi sizlere.
"Bir varmış, bir yokmuş"la başlayan ama "Sonsuza kadar mutlu yaşadılar"la bitmeyen.

İki insan düşünün, insan ömrü için çok kısa olan bir sürede, yozlaşmış olan hayatta her türlü pisliği beraber göğüslemiş olsunlar. Bir an için bile birbirlerini yargılamamış, yadırgamamış ve birbirlerine kızamamış olsunlar. Ara ara birbirlerinden kopmuş yine de hep birbirlerine geri dönmüş olsunlar. Kimsenin kötü konuşmasına izin vermemiş, hep savunmuş, ölümüne savunmuş olsunlar birbirlerini.
Ve tekrardan yargılamamış, yadırgamamış olsunlar.

Ta ki, ruhları ve bedenleri karışana kadar.
Sonra her şey birdenbire değişmeye, yükler ağırlaşmaya, lekeler göze batmaya başlamış olsun. Yadırgamak başlasın sonra. Sinir olmak başlasın. Bir taraf, bütün yaşananlardan sonra "Sonunda kavuştuk" derken, diğer taraf hep kaçıp kurtulmak istemiş olsun. Kaçsın sonra, kurtulsun.

Birini arkasında bırakmış olsun. "Unut" demiş, "Kurtul benden" demiş olsun. Çok kolaymış gibi.
"Seni başkalarına bırakmam" uyku arasında kurulan hayal bir cümleye dönüşmüş olsun. Çocukca verilen sözler, büyümenin etkisiyle birer yalandan ibaret olsun.

Bundan sonrası geçmişin izlerine küfrederek ağlanan gecelerle dolsun. Bundan sonrası onun ismiyle uyuyup, onun ismiyle rüya görüp, onun ismiyle uyanmak olsun. Bıraktığı yerde kalmak olsun. Sesini duyup kendini sokaklara atmak olsun. Bunca seneden sonra yalnız kalmak olsun. Bunca seneden sonra tekrar bulup kaybetmek olsun. Bunca sene onun varlığıyla dolu olduktan sonra şimdi bomboş hissetmek olsun. Herkese çok kolayken, ona ulaşamamak olsun, Her şeye çok geç başlanmış olsun. Her şey kaybedilmiş olsun. Biri için. Bütün savaşlar kazanılıyor gibiyken, elde avuçta koskocaman bir yenilgi kalmış olsun.

Yine de, bir umut olsun ki, nefes almak devam edebilsin. Umutsuzca çırpınışların biteceğine inanarak devam edilmeye çalışılsın. Geriye bırakılan, yaşadığı her şeye söverken, geçmişi değiştirememenin acısını yaşasın. Tekrar ve tekrar. Yaptığı hataların bedelini bu kadar ağır ödemiş olmak vursun dört bir yandan.

Vursun, vursun, hep daha çok vursun. Ödesin bedelini, sanki geri dönecekmişcesine açsın yorgun gözlerini karanlık sabahlara. Vursun, vursun daha çok vursun. Acısını çıkartsın. Çaresizce sarılsın bir hayale. Herşeyini tümden kaybettiğini kabul etmesin asla. Şimdilik desin. Bu acı sadece şimdilik. Sonra gelecek. Bitecek bu yalnızlıklar.
Evet bunları desin.

Sonra....sonra ne olacağını ben bilmiyorum. En nihayetinde bu benim hikayem değildi.
Ve o iki insanı da aslında ben tanımıyorum.

(.)

15 Eylül 2012 Cumartesi

Bir kokuydu Aşk


Söylenmemesi, yazılmaması gereken çok şey var. Üstelik diğerleri gibi olmamak için gizliymişcesine kelimelere anlam yüklemeye de gerek yok. 

Bütün yaptığım yorumlar, bütün söylediğim cümleler hepsi döndü dolaştı bana patladı. Ne kadar da güçlüymüşüm ben meğerse. Güçten değilmiş hiç bir şey oysa ki, o adamlar "O" olmadığı içinmiş. "Böylesi daha mı kolay?" sorusunun cevapsız olduğu bir nokta var sadece aklımda. ( . )
Bir nokta bu kadar mı acıtır insanın canını?

Üstüme sinen koku gitmesin diye banyo yapmamak gibiydi. 
 "O"nsuz hayat istememek gibiydi. Tam tamına.
Uyurken onun sesiyle uyanıp sokaklarda onu aramak gibi. 
Ve öyle bir salaklık hali iken, şimdi nasıl devam edemeyeceğini bilmemek gibi.
Bütün eksiler ve artıların savaş halinde olduğu bir tablo düşününki, o "Çok sevdim be abi" artısının diğer her şeyi silip süpürdüğü bir tablo.
Tamam, şimdi onu yavaşça yere bırakın. Sizinle beraber onu omuzlayan yok çünkü.

Bütün olmazları hiçe saydığım, butun imkansızları imkanlı hale getirmeye çalışırken sahip olduğum inancı bir kişi de gelsin paylaşsın be arkadaş. Bir değil gerçi "O". Paylaşmak zorunda mı? Değil.
Böylesi daha kolay bazı bazı bazıları için. 

Kavga etmiş, birbiriyle konuşmayan bir çifte özenirken yakaladım kendimi bu gun.
Hatalarımın bedelini hiç bu kadar ağır ödeyeceğimi düşünmemiştim. Atılan goller hep direkten dönmüştü. Zaten ben futboldan nefret ederdim.
Ve oysa ki, futbolu bile sevebilirdim O varsa.

Devam edemiorum, kelimelerim kıfayetsiz kaldı yine.
Ok kib by sevgili bu saçma yazıyı okuyan insan.

(.) 




15 Ağustos 2012 Çarşamba

Hep senden sonra

Sigarani sondurdun kalbime
Kullerin karisti kanima
Oysa ki ben senden once
Ne yanmak bilirdim
Ne de kül olmak.
Hep senden sonra.

Ne alkol bilirdim
Ne de sigara
Ne nefesim tutustu senden once
Ne de dumandan basim dondu.
Hep senden sonra.

Ne umutsuzdum aska
Ne de karamsardim hayata.
Ne uzuldum senden once.
Ne de agladim yastiklara.
Hep senden sonra.

Hep senden sonraydi hikayeler.
Hep senden sonraydi hayaller.
Hep senden sonraydi vazgecisler.
Hep senden sonraydi yalnizliklar.

Ve hep senden sonraydi sevgisizlikler.




9 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir Bakış

Bir bakış var ki iki insan arasında, ben varlığını çoktan unutmuşum.
O bir bakış var ki, o iki kişi için çevredeki butun insanlar yok olur.
Ve o bakışı bilenler, anlarlar o anda nasıl yok olduklarını.

Uzun zaman olmuş ben o bakışı görmeyeli. 2 çift gözün arasındaki o bağa şahit olmayalı. Hem bana da kimse bakmamış zaten öyle çok çok senelerdir. Unutmuşum. Belki de birisi bakmıştır ama ben görmemişimdir. Tek çift gözle olmuyor çünkü o sihir.

Anladım ki, artık iyi anlaşabilmek sevmekten, aşktan sayılıyor. Kalpler eskisi gibi deli dolu, eyersiz değil. Kalp sınırlı olunca bakmıyor gözler öyle derin. Hem şu anda benim bahsettiğimden habersiz o kadar çok insan var ki. 

Anladım ki, senelerdir yaptığım bütün saçmalıklar, kendimi ateşe atmalar, gereksiz insanlar için heycanlanmalar, kendini kandırmalar.... hep o bakış içinmiş. Yasıktır (belki de hayırlısı) ki, yaşamamışım. Ve şu yaşımda diyorum ki, keşke bilmeseymişim o bakışı hiç. Özlemini çekmezmişim bu kadar. Senelerdir hayatımda eksik olan şey, ve acıdır ki benim farkında olmadığım şey o sihirmiş.
Masalsı, destansı.

Ne geçmişe bir özlemim ne de geri dönüşüm var benim. Geçmişe ait bir duygu bile kalmadı içimde. Şimdi ben bile bakamam öyle. Ama ben o bakışa, kendimden çok değer vermişim. Bu yüzden hafife aldırtmışım kendimi. Değer görmek yerine, hep ben değer vermişim. "Biri bana öyle baktırsın, biri bana öyle baksın" Sebepsiz, yersiz, gereksiz.

Belki de asla yaşayamayacağım, bir daha asla bana kimse öyle bakmayacak. Her ilişkim sırasında söylediğim "Ne bilmiyorum ama bir şeyler eksik" cümlesindeki boşluklar belki de asla dolmayacak. Ve ben kim bilir, bu yazdıklarımı unutup, kimlerin kapılarında o bakışı dileneceğim. İnsanlık hali işte. Bilmek, farkında olmak yetmiyor bazen. İnsan, aynı hataları tekrar edebiliyor. Kimi zaman değiyor, kimi zaman değmiyor. 

Bir çok şeyi, daha iyi biliyorum herkesten. Ve susuyorum artık. Eksiklerimi tamamlamak için çok yorgun düşmüşüm. Bir hayalin peşinden çok kere boş yere koşmuşum. 

Ve üstelik bunları yazmama rağmen bir vazgeçiş değil bu satırlar, bir farkındalık hali sadece.
Kim bilir, belki bundan sonra daha adam akıllı davranırım kendime.

8 Temmuz 2012 Pazar

Simlerim Denizde

Gece Ve Deniz. Isik yansiyor. Yuzeyde. Kafam guzel. Kalbim cok guzel. Yansimalarda can buluyor. Sanki. Duygumalarimin simleri Denizde. Dalgalar vuruyor bacaklarima. Serin, soguk. Nasi ferah. Ve sonrasinda kumlar. Kirletiyorlar. Guzellikler cirkinlesiyor. Zamanla. Ve onumdeki kadeh bosaliyor Yavas yavas. Bir baksa Ah bir baksa Yetecek bir bakis. Gecmisi silecek. Yeniden nefes bulacak. Yasamadiysa daha once hic, Hissedecek. Tek bir bakisla. Ben nasi bilirim sevmesini. Yurekten, candan sevmesini. Ayik olarak sevmesini. Bilir bu yurek. Bu yurek o kadar derin, O kadar delidir ki, Yakar. Atesten beter yakar. Asklar daha olgun daha artik. Eskisi gibi degil hic bir sey. Yine de nasil gercek. Nasil yurekten. Nasil nefessiz birakan cinsten. Oyle. Delicesine.  Yasak. Cok yasak. Tek kisilik. Yarim birakan cinsten Oyle. Delicesine.

3 Haziran 2012 Pazar

Rock ve Toplum Bilinci


Bilindiği gibi müzik her zaman insanların kendini ifade biçimi olmuş, insanlar müzik ile sevinmiş, müzik ile hüzünlenmiş, üzülmüş ve müzik sayesinde Tanrıları ile ilişki kurmuştur. Başka bir deyişle, Müzik insanların toplumsal duruşları ile ilgili bir şeydir.
Herkesin bildiği gibi son 60 yıla damgasını vuran rock müzik genel özelliği itibariyle karşı çıkan  ve her şeyi eleştiren bir yapıya sahip olmuştur. Bunun sebebi, kurucularının genellikle 2. Dünya Savası sırasında ya da hemen sonrasında doğmuş kişiler olmalarıdır. Bu kişilerin, yalnızlık, sıkılma ve bir şeylere özlem genel özellikleriydi. Bu özellikleri bu kuşağı bir süre sonra karşı çıkan ve sinirli bir kimliğe büründürecektir. Baby Boomers denilen bu kuşak,  kendisini ifade etmeyi ise, o sıralarda Amerika’da yaygın olan Blues müzik temelinden ortaya çıkan rock müzik ile sağlamışlardır.
Rock Music Beatles, Rolling  Stones, Yardbirds ve The Who gibi, Rock Band’ler ve Eric Clapton, Ginger Baker, Jimmy Page ve Jack Bruce gibi sıkı müzisyenler ile müzikal ve teknik gelişimini sürdürmüş ve bu akım geniş gençlik yığınlarınca hızla benimsenmiş, konserlerde, stat konserlerinde, 45’lik ve 33’lük plak satışlarında bir patlama yaşanmıştır. Bu çok büyük bir Pazar demektir. Diğer taraftan bu gelişme, Hippy Hareketi, Flower Power ve Protest Music gibi akımlara yol açmıştır. Bu dönemde, özellikle Amerika’da Vietnam Savaşı ve Irkçılık karşıtı zeminde gelişen fikirler üniversite gençliği içinde hızla yayılmış, önemli öğrenci protestolarına sebep olmuştur. Bu özgürlük algısı ve toplumu dönüştürme hayali, belki de, politik talepleri olan 68 Gençlik hareketlerinin de nedenlerinden biridir. Joan Baez, Bob Dylan, Crosb-Stills-Nash and Young Protest Müziğin en önemli temsilcileridir. Rock Music kitlelerin politizasyonunda önemli bir rol oynamaya başlamıştır.
Görüldüğü üzere, Rock Muzik, üç gitar, bir davul durumundan öteye geçmiş,  toplumun en dinamik, gelişime en açık ve değişimci kesimi olan genç insanları bir araya getiren ve bu insanların kendilerini belli bir toplumsal bilinç ile ifade etmelerini sağlayan  bir çıkış yolu olmuştur.
Toplumsal bilinç, bir toplumun tarihte ortak yaşadıklarından kaynaklanan davranış, düşünme ve kendini ifade ediş biçimlerinin tümüdür.  Coulson ve Riddell ’a göre, bireyin sosyal varlığının bir ürünü olan bilinci, içinde bulunduğu toplumun, toplumsal koşullanma içinde kendisine aktardığı ve “toplumsal bilinç” olarak tanımlayabileceğimiz bölüm ile kendi öz deneyimlerinden oluşan bilinç bölümünün bütünleşmesinden oluşmaktadır. Tam bu noktada, toplumları daha ileriye götürmeyi sağlayacak bir kavram daha ortaya çıkmaktadır. İnsanın kendini ifade etme özgürlüğü. Bu kavramın ortaya çıkması ise ancak ve ancak demokratik ve toplum bilincinin sindirilmeye çalışılmadığı bir ortamda mümkün olacaktır. Bireysel ve toplumsal bilinçleri sindirilmeye mahkûm olan kişilerin, kendilerini ifade etme özgürlüğüne sahip olduklarının farkında olmaları doğaldır ki, beklenemez. Bu durumda hem o toplumun bireylerine, hem de o toplumu yöneten kişilere büyük görevler düşmektedir. Bireylerin, kendi akıllarını kullanarak sorgulamayı öğrenmeleri, sorguladıkları durumlar ve olaylar için açıklama talep etmeleri, yöneticilerin ise toplumun bu ihtiyaçlarına ve sorgulamalarına karşı hazırlıklı olmaları gerekir. Bulunduğu ortamı sorgulamayan toplumlar yerinde saymaya ve hatta gerilemeye mahkûmdur.
Butun bunlardan yola çıkacak ve Rock müziğe geri dönecek olursak, sanatın bu dalı anarşik yapısına karşın, insanları bir araya getirip, tüketici bir toplumdan, sorgulayan, düşünen ve tepki gösteren bir toplum oluşturmak için bir araç haline gelmiş, insanları birbirine bağlamış ve en nihayetinde toplumun bir kesiminin sesi olmuştur.
İşte Rock Music bireysel ve toplumsal bilinçlerin kesiştiği bir noktada ortaya çıkmış ve bir taraftan yarattığı dev Pazar ki bu iyi bir şeydir, diğer taraftan ortaya koyduğu karşı çıkıcı, eleştirici tavrı ve değişim iddiası ki bu kötü bir şeydir, yarattığı en önemli iki sonuç olmuştur.
Bu bir iyi, bir kötü şey, büyük bir Pazar ve Rock Music’in politik kullanımı, sistem tarafından tesbit edilmiştir. Pazar tarafı dev bir para makinesi haline getirilmiş, Rock Music’in politik tarafı ise törpülenmiş ve sisteme zarasız hale getirilmiştir. 1970’lerin ortalarında, Disco Müziği kitlelere başarılı bir şekilde pazarlanmış ve Rock Music’in politik yönlendiriciği sona erdirilmiştir.  “Easy Rider” Filmi 1969’da vizyona girmiş ve John Lennon Ekim 1980’de anlamsız ve açıklanamaz bir şekilde öldürülmüştür. Bu bir dönemin bittiği anlamına gelmektedir.
Başlangıçta, sisteme karşı bir duruşu olan Rock Music, bir felsefeye, bir ana yaklaşıma sahip olmadığı için bir strateji oluşturamaz, bu nedenle de bir uygulaması olamaz. Bunun sonucu olarak da, felsefesi , stratejisi olanlar tarafından ele geçirilir ve müzik endüstrisi tüm kuralları belirler, bir süre sonra herkes, sistem içinde NICE GUY-USLU ÇOCUK olur. Aksi de çok olası değildir.
Diğer taraftan, Rock Music, bir felsefeye, bir ana yaklaşıma sahip olmadığı için, bir başka taraftan da,  “ Rock, Drug and Sex”  kanalına evrilir. Başlangıçta sisteme karşı olan yapı giderek kendilerine döner, düzeni yıkma iddiası intihar ve uyuşturucu ile kendini yıkmaya dönüşür. Jimmy Hendrix, Janis Joplin ve Jim  Morrison Rock’ın bu yüzünün en önemli örnekleridir.
 Umalım ki, her gün bir başka tartışma konusunun çıktığı ve bireylerin tepki vermekten çekindikleri bulunduğumuz  bu ortam zamanla değişecek, kişiler bir toplum içinde düşünebilen, kendini ifade edebilen ve sorgulayabilen insan olmanın önemini kavrayacaktır. Böyle bireylerden oluşan bir ortamda ise, Atatürk’ün hayalini kurduğu ve biz gençliğe aşılanmış olan ileri medeniyetler seviyesine ulaşmamız an meselesi olacaktır.
Özet olarak diyebiliriz ki, bir zamanlar, bir şeylere karşı çıkmak için, bir şeyler başlatılmıştı, kim bilir belki de yankıları hala devam ediyordur. Belki de en doğrusunu John Lennon söylemiştir;



   “DREAM IS OVER”


31 Mayıs 2012 Perşembe

Siyah

Farkında olmadan yaşadığımız anlar var bu hayatta. O farkındasızlık geçince insan bir küfür seçiyor içinden. Hem zaten "Farkındasızlık" diye bir kelime de yok aslında. Bir his o sadece. Bir dert. "Ah" dedirteninden. Öyle.

Şimdi özgürce yazabilirim aslında. Kimseye hesap vermeden, "Onu kime yazdın bunu kime yazdın?" sorularına cevap vermeden. Biliniyor o cevaplar zaten. Bazı insanlar da bildiği cevapların sorularını sormaya ihtiyaç duymuyor. Oh çok şükür.Ama var yine de tutan bir şeyler. Sanki yazınca çok daha bir gerçek. Satır satır okuyunca sanki daha çok koyacak. Koyan ne? 

Sanki hakkım yok hiç bir şeye. Kendi kendimi baltalama konusunda uzmanlaşmış, siyah kuşak sahibi olmuşum. Ah ne hoş. Şu içimden geçenler, keşke benim anlık duygu patlamalarımdan olsa. Yarın başka bir dert edinsem kendime. Ya da başka bir eğlence. Olmuyor öyle. Hep bir kanıtlama çabası. "Bence şöyle olacak, bence şu yüzden şöyle hissediyorsun". Bir dursan mı acaba orda sen? Benim hissettiklerim pek tasvir edilebilen cinsten olmadı. Benim hakkımda başkalarının söyledikleri doğru da olabilir tabi. Peki umrumda mı sanıyorsun? Değil. En nihayetinde ne yaşadığımı ve hissettiğimi en iyi ben bilirim. Ben öyle saklamam da kendimi.

O değilde, hiç temiz mutluluk yok etrafımda. Küçükken hayat ne kolaydı. Ya mutsuzdun ağlıyordun, ya da mutluydun gülüyordun. Büyüyünce aynı anda hem ağlamayı hem gülmeyi tecrübe ediyorsun. 
Basit kararlar, ne kadar da karmaşık oluyor. Ah bir de o farkındasızlık. O farkındasızlığı farkettiğin zaman pişman oluyorsun. Galiba bu sefer hayatımda ilk defa pişmanım ben.
Azıcık daha aklım olaydı, neler neler engellenirdi işte o zaman? 
Temiz olurdu, pak olurdu o mutluluk.  Peki yine de bu kadar yoğun olur muydu?
Yine de gelip geçici olarak mı adlandırılırdı?
Kafamda deli sorular.
Farklı kafalar.

Bu yazdıklarım da başıma fena bela açacak cinsten aslında. Her taraftan. Ordan burdan şurdan. Hoff darlanmalar, darlanmalar. Yazdıklarım da, yaşadıklarım da milletin ağzına laf vermekten başka bir işe yaramıyor. Hani ben çok deliyim ya, çok sıpsevdi, çok utanmaz, çok gözü karayım ya, keşke yaşamak istediklerimi insanların düşündüğü gibi sorgusuz sualsiz yaşayabileydim. Anlık değil, sonuna kadar olaydı.
Bile bile lades.
Zaten ben o oyunu küçükken de hep kaybederdim.

Neyse ben şu siyah kuşağımı bir saravereyim şu belime en iyisi.


29 Mayıs 2012 Salı

Bambaşka

Sevmek birini, delicesine sevmek. Tanımlanmamak. Bambaşka olmak. Bambaşka sevmek. 
Zamansız olmak. Bütün her şeyi silip atmak, butun geçmişi temize çekme isteği mesela. 
Gerçekleşemeyecek dilekler için çok büyüdük oysaki biz. 

Geri alınamıyor hiç bir şey.Herkesin sırtında bir iz. Yüzünde gölgeler.Tutuyor onlar bizi.Yaş büyüdükçe o izler daha derin oluyor. Ama kanamıyor. Düzeltemeyeceğini biliyorsun çünkü. Daha kötüsü olamaz derken, hep daha kötüsü oluyor.Şu aklımızı bir atsak gitsek. Bir kurtulsak her hatadan, her lekeden. Sonra bambaşka olsak işte.Bu kadar geç kalmamış olsak.Bu kadar kirlenmemiş.
İtiraflar, itiraflar.
Kimseyi tanımlamadığım gibi tanımlamak, kimseyle tanımlanmadığım gibi tanımlanmak isteği var içimde. Rüyada görsek de inanmasak mı acaba? Neden hep doğrulardan yanlışlara sapıyor yönümüz? Neden hep bir tuzak kuruyoruz kendimize?

Geçmişim delik deşik, geçmiş dediğin çok gerisi de değil üstelik. O kadar yakın ki, sanki hemencik geri dönüp düzeltilebilecek gibi geliyor insana.
Ama değil.
Karışsak ya aslında, bambaşka olsak ya?

Ne saçma satırlar, yazamaz olmuşum ben. 
Hayal mi gerçek mi şimdi bunlar?
Yok yok bambaşka.


26 Mayıs 2012 Cumartesi


Bi kız vardı, bir kızdı öldü. Gitti. Ne kadar kirlendi. Neleri kaybetti? Siz biliyor musunuz?
Bir kız vardı, bir kız öldü..
Kadın olduk değil mi? Büyüdük, geliştik. Kocaman olduk.
İçtik sıçtık, konuştuk, hayat nasıl geliyorsa, gelişine yaşadık..
Sonra öldük.
Çünkü her canlı ölümü tadacaktır değil mi?
Utanmadık, düşünmedik. Hiç yüzümüz kızarmış kalkmadık o yataklardan.
Her şey insan için, insana dair çünkü.
Sesler yok şuanda.
Duymuyorum ben sizi.
Aslında ben kopmuşum değil mi?
Belliki önemli değil.
Belliki sonunda sürünsem de, ben yaşayacağım.
Ne çok insan var iyiliğimi düşünen.
Bi susun lütfen.
Ben yapacağım çünkü.
Sonunda ne olursa olsun, ben durmayacağım.
Duramam.
Ben bunu yapamam.
Yapamayacağım.
Siz konuşun, ben yaşayacağım.

Öyle yürekten seviyorsan, aklı başından atacaksın.
Kimi yanında arıyorsan önce içinde bulacaksın..

25 Mayıs 2012 Cuma

İşine bak

Dürüst olmanın, yaşadıklarının arkasında durmanın beş para etmediği bir ortam düşünün ki; tam da içinde bulunduğumuz durum budur.

Ben yaşadıklarının, yaptıklarının arkasında duran adama saygı duyarım. Bana ters gelse bile, yargılamam. Hiç kimse, bir başkasının yaptığı seçimleri sorgulayamaz. Sorgulamamalı. Her nefes aldığımız anda bir tercih yapıp, onun sonucuyla karşılaşıyoruz. Hayat sadece tercih / sonuç ilişkisinden ibaret bana göre. Katlanamayacağın, kaldıramayacağın sonuçların tercihlerini yapmayacaksın. Yapıyorsan, "Yaptım." diyeceksin. Kaçmayacaksın, kıvırmayacaksın. "Yaptım."
Eğer hata yaptığını düşünüyorsan, azıcık aklın varsa aynı şeyi tekrarlamazsın.

Neden diyorum bunları? Anlatayım;

Ben hatalarımın, saçmalıklarımın, ahlaksızlıklarımın hep arkasında durdum. Kimseden hiç bir şeyi gizlemedim, ne yaşadıysam anlattım soranlara hatta sormayanlara. İnsan anlatamayacağı şeyi yapmayacak. Yapıyorsan, yüzün kızarmayacak. Kimseyi yargılamadım, suçlamadım. En adi durumlarda bile herkesin yanında oldum. "Hata yapıyorsun" dedim, sustum. Çünkü böyledir insanoğlu. Zayıftır, iradesizdir, her an yoldan çıkabilir. Herkes için bu böyle. O yüzden bu gün ben birini yargılıyorsam, yarın aynısını yapmayacağım belli değil. Olabilir. İnsanoğlu. Basit, içgüdüsel.

Peki ben böyle davrandım da noldu?
Bi sikim olmadı aslında. Beni tanıyan insanlara sorsanız, kendilerine hiç bakmadan beni en ahlaksız olarak ilan ederler. Tatmin olurlar içlerinde üstelik. İnsan kendi hatalarını, başkalarınınkiyle karşılaştırıp, "En azından ben bunu yapmadım, ben ondan daha düzgün insanım" şeklinde egoya masturbasyon yapma durumunu yaşar içinde. MAL!

Neyse bu aralar, gerginim ben. Bildiklerimi bir anlatmaya başlasam, bırakın birbilerinin yüzlerine, benim yüzüme bile nasıl bakacaklar çok merak ediyorum. Üstüme üstüme geliyorlar. Hayır şimdiye kadar ne yaşadıysam arkasında durdum, yine olsa yine dururum. Fakat bu kadar yalandan delikanlılara kendimi kanıtlama ihtiyacı hissetmiyorum. Zihniyetler o kadar küçükki, ben ne yapsam ne etsem de fayda etmeyecek. Ben kötü kız, pis kız, ahlaksız kız. İçimden geldiği gibi yaşıyorsam, karaktersizimdir. Bu böyle olmak zorunda. Gizliden gizliden yapmak varmış ne yapıyorsan. Yalan söylemek, kabul etmemek, "Hayır abi ne alakası var" diyip, kıs kıs gülmek varmış. Arkadaşının arkasından iş çevirip, onu silmeyi göze alıp 2 hafta sonra "Kardeşim" demek varmış. "Arkadaşım" dediğin insanın dedikodusunu çevirmek varmış. İnsanları ayıplayıp ayıplayıp, sonra saman altından aynı hareketleri yapmak varmış. Bunları yaptığın zaman çok düzgün insan olmak varmış.
Hayat böyleymiş, ben bilememişim hiç. Yalanların arkasına saklanmak çok kral hareketmiş. Yüzün kızarmadan 30 tane maske takmakmış.
Bilemediğim içinde sanırım bu kadar çok konuşuyor beni millet.
Varsın konuşsunlar.
Ama şunu da kimse unutmasın, ben istediğim şeyden eminsem eğer, ben kendim göze alıyorsam bazı şeyleri, hiç konuşturmam sizi boş yere kendi aranızda. 
Noldu? Çok mu açık oldu?
Fazla mı geldi?
Tercihlerimden de, sonuçlarından da ben sorumluyum.
Ne istiyorsam yaşarım.
Boş laflarla güldürmeyin.
Yapcak bişi yok..
Öperim.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yalan


E onun adına yalan derler, ya işte öyle. Yalansa mesela bizde hiç kelimelerin altına saklanmadan konuşalım ortaya.  Vuralım kıralım incitelim, butun bildiklerimizi serelim, hepsi ortaya olsun. Kim istiosa o alınsın mesela. Ya da bazıları hiç bir şey anlamasın. Anladığını sananlar da yanlış anlasınlar. Zaten benim doğrum da yanlışım da hep aynı şekilde yargılanıyor.
Neyse ne, yazacağım çok şey var aslında. Ya da yazmak istediğim. Fakat o yollardan yürümüyorum ben artık. Hatta ve hatta dokundurma yaparak bile yazmak bana göre değil artık. Bu şarkıdan gitmek istiyorum şuanda. Yakın gördüm bu şarkının kelimelerini, hoşuma gitti hissettirdikleri. Cümleler oluştu aklımda, hissettim de ayrıca onları. Yaşadım bir bir. Ne gereksiz ne saçma,

Bak Bak gördün mü?
Kız kaybetmiş kendini
Gel biz kaçalım burdan
Çıkalım baştan.
Geçelim tek tek
Kaybederek kendimizi
Bulalım başa sararak
Belli ki bu işten sağ çıkmak kolay olmayacak
E olsun, onun adına da yalan derler zaten.


Şarkı çok güzel be abi, neyse şimdi gelsin dedikodular.


16 Mayıs 2012 Çarşamba

Yeni Düzen

Huzurlu değilim bu aralar. Matem değil bu, yasta değilim asla. Keşke kalbim bu kadar yorulmuş olmasaydı da, ayrılığın hakkını vererek kendimi duvardan duvara vuraydım. Hayatım hareket halinde. Çok çabuk değişiyor her şey. Duygularım karman çorman. Sabah ağlamak isterken, öğlen yaşama sevincimi bulmuş gibi hissediyorum.
Akşama yine darlanmalar.

İstediklerim tutmuyor diğer insanlarla. Sorun bende mi onlarda mi bilmiyorum. Bu cümle gramer olarak doğru oldu mu onu bile bilmiyorum. Bir şeyler düşünmek zorundayım devamlı. Düşüncelerim hep beni üzen cinsten. Hakkaten insan düşünme güdüsünü nasıl kapatırdı?

2.5 sene güvenli bölgede kaldıktan sonra, son 1 aydır insanların ne kadar değiştiğini gözlemler oldum. Erkeklerin tek derdi skor, kızların tek derdi begendikleri erkekleri kafeslemek. Türlü türlü saçmalıklar. Kimse de üzülmüyor haline. Alan memnun, satan memnun hesabı. Bu düzene ayak uyduramayacağımı hissediyorum. Boğuluyorum.

Doğru insanlar yanlış zamanlarda çıkıyor hep. Yanlışlar ise zaman kavramını köreltiyor. Değer görmesi gereken insanlar asla değer görmüyor. Duygular yok. Herkes tutmuş bir mantık yolunda içgüdülerini köreltiyor sadece. Gecelik, belki de saatlik. Herkes birbirini aynı sıfatla tanımlıyor. Erkek yakışıklı, kadın vajina.
Bu kadar.

'Saf' deniliyor bir de bana. Acaba siz çok kirlenmiş olmayasanız sakın? Hani belki bende değildir problem. Belki de sizin içiniz çürümüştür? Ya bu kısmı hiç düşünmemiştiniz değil mi?

Aslında bunları düşüneceğime, telefonda biten 2.5 senelik ilişkinin nasıl böyle bittiğini düşünmem gerekirdi. Bir daha birbirini aramayan 2 insan. Aslında nasıl da yabancıymışız birbirimize. Bir kaç cümleyle özetler geçerim bu ayrılığı.

Yeni düzene alışma vaktidir şimdi. Heycanlanıp heycanlanıp içinde patlaması vaktidir. Hayalkırıklığı vaktidir. Çok güleceğiz ama çokta ağlayacağız değil mi? En azından yaşadığımızı hissediyor oluşumuza tutunmaya çalışıyorum şimdilik.

2.5 sene öncesine kadar istediğini her zaman almış olan özgüvenim şimdilerde sallantıda. Oysaki neler neler yaptım. "Olacak" dedim. Oldu. "Benim" dedim. Benimdi. "Dönecek" dediklerim, hep döndü. Ama şimdi bu tür cümlelerden eser yok içimde. Düzen çok değişmiş. Roller takas edilmiş. Eskiden son gülen ben olurken, şimdi ilk gülen olmak, sadece anı kurtaran olmak biraz fena vuruyor. Olsun. Geçer. Ama ne zaman?

Bu yeni düzen beni fena çarptı. Aslında her şey çok basit, çok açık. Eskiden gardını düşürmeyen ben, şimdi silahlarımı kuşanmaya korkar olmuşum. Sanki her şey masallara layık olursa değer görecekmiş gibi.

Ama bu yeni düzende kimse birbirine değer vermek istemiyor arkadaş.
Bekar hayatımda öğrendiğim ilk ve acı ders budur şimdilik.

13 Mayıs 2012 Pazar

Yapmayacağım

Konuşmuyorum.
Konuşmayacağım.
Kendi kendime yaşayıp, kendi kendime bitireceğim.
Anlatmayacağımki, acizliğim sadece bana saklı olsun.
Ben aptal, ben saf.
Anlatmayacağım.
Habersiz olacak.
Yüzeysel olacak.
Belki de fiziksel.
Dilimin ucundakileri söylemeyeceğim.
Evirip çevirsemde butun dakikaları teker teker kafamda, kendime ettiğim eziyeti paylaşmayacağım.
Çok düzgün bi kızım ben.
Ve sanırım düzgünlük 5 para etmiyor bu devirde.
Ben 5 para etmiyorsam, demekki siz benim dedemle hiç tanışmamışsınız.
Olsun.
Ben artık konuşmayacağım.
Kimseyi darlamayacağım.
Kendi kendime yaşayıp, kendi kendime bitireceğim.
Evirip çevireceğim tekrar tekrar.
Sözcükler dokunmayacak o anlara.
Şimdi ben kendimi bu kadar yalnız hissediyorsam, demekki  benim dedem de zamanında yalnızmış baya.
Olsun ben artık susuyorum.
Hiç bir mücadeleye girmiyorum.
Kendimden başkasıyla bir derdim yok.
Çünkü herkes orospu çocuğu aslında.
Gözünün önünde duranı uzanıp sahiplenmeyecek kadar şımarık herkes.
Zamanla...

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Özetle


Now and then I think of all the times you screwed me over
Part of me believing it was always something that I`d done
But I don`t wanna live that way
Reading into every word you say
You said that you could let it go
And I wouldn`t catch you hung up on somebody that you used to know

1 Mayıs 2012 Salı

Halo

Yazılacak fazla bir kelimem yok aslında. Bazı şeyler başlıyor ve sonsuza kadar sürmüyor. Sessizliğin ağırlığını dökmek istiyorum, içimden aksın gitsin diye. Başlarken ne kadar mutlu ediyorsa, biterken o kadar acı koyuyor. 

Gücün tükeniyor, ve kimse seni olduğun gibi sevmiyor, belki de sevenler oldu ama onları da sen uzaklaştırdın birer birer. Neden şimdi bu satırlar? Saygıdan.. Yaşarken yazacak çok şeyim vardı, biterken de var. Hiç biri acı değil üstelik. Lanet yok içinde, beddua yok. Çok temiz sevdik. Çok temiz güldük. Mutlu olduk. Sonra yorulduk. Yavaş yavaş.

Başlaması için bi neden yoktu, bitmesi için gereken nedenler adamı nefessiz bırakan cinsten. 
Ben hep böyleydim, hiç değişmedim. Olduğum gibi sevilmek istedim. Kalıplara sığmak istemedim, yapamazdım çünkü ben, mutlaka patlardım bir yerde. Denedim, patladım. Gücüm tükendi, o gitti.  Bu arada ben de onu tükettim. Çünkü aşk için nasılki 2 kişi lazımsa, tükenişler için de 2 kişi gerekir.

Fazla da yazmak istemiyorum aslında. Ne yazarsam yazayım daha cok acıtacak. Gidişler keskin oluyor bende. Bıçak gibi. Güçlüyüm ben, öyle olmak zorundayım. Nefes almak daha kolay geliyor bu sıralar, eminim onun için de öyledir. Dedim ya, beddua yok bu ayrılıkta. Hayata bakış açılarımızı kesiştiremedik. 

Daha fazla yazmayacağım. Saygımdan yazdım bunları, bir de sevgimden. Çünkü insan bir anda temize çekemiyor o kalbi. 
Ama yine de ben hep "yıkıcı" olarak kalacağım onun için. %95 hatalı olarak kalacağım. Olsun varsın.
Şunu anlasın isterdim yine de;

Tükenişler için de 2 kişi gerekiyor aslında.


I give you everything I have, the good, the bad.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Bir dilek tuttum


Ah göreydin ya beni farkedeydin.
Sadece beni değil, cismimi değil.
Senin ruhunu gören gözlerimi, farkedeydin.
Karşılaşırsak bir gün bi yerde,
Sende arayacaksın beni rüyalarında.
Hiç gerek yok süslü kelimelerine.
Bilmediğim anlamların arasından çıkartıp
Görüyorum ya ben seni
Sen de beni dileyeceksin günün birinde

11 Mart 2012 Pazar

Gökkusağım

Pembe bulutlarla cevriliyken etrafım
Buldum bir gökkuşağı
Ne bitişinde ne de başladığı noktada
Altın olmayan
Boyadim bir bir
Eksik renklerimi
Simler attım bir de üstüne

O boyarken kalbimi
Ben çoktan çıkartmıştım
Pembe çerçeveli gözlüklerimi
Büyümüştüm hesapta
Aşk yoktu hem
Aşık olmak yoktu
Der Nietzsche

Pembeliklerden el sallarken ben
Düşünürdü eğer yaşasaydı Nietzsche belki de
"Acaba bilseydi Salome böyle sevmeyi,
Hiç bu hiçlikte kaybolur muydum?"

Pembeden bulutlarım
Ve gökkuşağının renkleri var ruhumda
Onunla,
O benimle

8 Mart 2012 Perşembe

KONY


Yataklarınız sıcak mı dostlar? İşe gitmek çok mu zor geliyor? Ya da yorulunca taksiye mi biniyorsunuz? Daha başka ne şikayetleriniz var şu hayatta?

Kimsenin derdi kendine küçük değil. Evet, hepimizin derdi o kadar büyükki, kendimizden başkasının derdini dinlemeye bile tahammülümüz yok.
Yukardaki videoya bi zaman ayırıp izleyin o zaman.

Invisible Children*, bir fikirden ortaya çıkıyor. Tek bir adam, tek bir çocuğun hikayesini dinliyor. Ve Dünya'yı değiştirmek için her şeyini ortaya koyuyor.

O çocukların yatakları yok sığındıkları. 1 adam, Kony, 30.000 çocuğun kabusu oluyor. Tam 22 senedir. Durduran yok, hatta bu videoya kadar o adamın ismini duyan bile yok belkide ülkemizde. Ve o sadece bir adam. Daha nice ismi bilinmeyen caniler, katiller, soysuzlar var bu Dünya'da. Ve biz bilmiyoruz. Tam gözümüze sokulana kadar gündelik işlerden dert yanıyoruz. Bu kadar basitiz işte.

Yarım saatlik bir video evet, bizim yapabileceğimiz şey sadece izlemek, paylaşmak, üstüne yazılar yazmak. Ama bu çocukların kurtuluşu işte burdan umut buluyor. Başka bir adam, sesini duyuruyor. Ve ben bu gün en azından ne kadar sanslı olduğumu bir kere daha farkediyorum. Göz yaşlarım uzun zamandan beri hiç bu kadar anlamlı olmamıştı.

Her şeyde olduğu gibi, bu videonunda belli amaçlar ve çıkarlar uğruna ortaya çıkarıldığına dair söylemler var. Doğruda olabilir ki, muhtemelen doğrudur. Dünya düzeni çıkarlar üstüne kurulu sonuçta.Fakat bazı çıkarlar gözetilirken, eğer bir çocuk bile kurtulabiliyorsa, Uganda da neler olduğunu bilmeyen bir insan bunu öğreniyorsa, bence bu bile yeter. 

Kaldı ki, Ugandaya kadar gitmeye bile gerek yok. Bizim ülkemizde de, terör örgütleri aynı şekilde çalışıyor. Yani bence bu video yalnızca tek bir ülkeyle alakalı değil. Terör mağduru her ülkede işler böyle yürüyor. Yalan olabilir bu video, ben izlerken boşuna ağlamış olabilirim, gerekli araştırmayı yapmadan bu yazıyı da yazmış olabilirim fakat bu videonun (belki) yalan olması, Dünya üstünde böyle örgütlerin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kaçırılan, zorla ailelerini öldürmek zorunda kalan, kardeşlerinin boğazı kesilen çocuklar / insanlar gerçekten var.
Bu videoyu paylaşmak bu yazıyı yazmak hiç birşey değiştirmiyor evet. Sadece ben rahatlıyorum. Ama bu videonun ortaya çıkmasını gerçekleştiren adamın da yaptığı tek şey, olayı duyurmaktı. Yazmaktı, çizmekti, konuşmaktı. 

Benim şahsen yazmaktan ve bu videoyu paylaşmaktan başka yapabilecek bir şeyim yok şu anda.
Ama şurdan yola çıkarak yazdım bu yazıyı;

Bir fikir, bir adam, Dünya'yı değiştirebilir. Susanlar için sesini duyurabilir. Ve belki de bir hayatı bile kurtarabilir.

Yetmez mi?

* Görünmez Çocuklar

7 Mart 2012 Çarşamba

Gerçekten?

Beğendin mi gerçekten?
Senin kelimelerini sana söylemem mi, yoksa benim o kelimelerini sana söylemem miydi hoşuna giden?
Mutlu oldun mu?
Mutlu edebildim mi?
Neden sustun şimdi bir anda?
Neyse bende sustum. Olmadı bu yazı olmadı bu çocuk.
Ama bazen 2-3 cümleyle bile ne derinlikler anlatılıyor.
Sence de öyle değil mi gerçekten?

2 Mart 2012 Cuma

Kaçmak Vardı


Seninle kaçtığımı düşündüm demin. Kaybolmak istediğim, her şeyden darlandığım bir anda, bütün eşyalarımı geride bırakarak senle kaçtığımı düşündüm.

Arkadaşlarla masadayız, muhabbette. Rakı içmek istiyor o anda canım. Tek içerim ben rakıyı, ama durmam. Zorla durdurulmaya çalışıyorum. Kendim olamıyorum adeta. Kelimelerim mühürleniyor ağzımı her açtığımda. Boğazımdan aşağı inen sıcağa rağmen bir türlü rahatlayamıyorum. Koyveremiyorum kendimi. Kendimi ifade etmek için süslü püslü deri bir eldiven geçirmişim sağ elime. Sigara içiyorum o elimle. Sol elim boşta. Bol bir erkek pantalonu var altımda. Ve üstünde süslü püslü parıltılı simli bir t-shirt. Spor ayakkabılar. Çakışan tarzların uyumsuzluğunu taşımayı seviyorum üstümde. Bir tek öyle ifade edebiliyorum kendimi. Fakat o eldiven yüzünden yemediğim laf kalmıyor. İnatla çıkarmıyorum. Herkes herşeye müdahale ediyor. Gerildikçe geriliyorum, darlanmalar geliyor, kaçma isteği. 
Tam o anda kalkıyorum yerimden. Hava almaya. Amacım biraz yalnız kalmak, tek başıma da olsa kendime kendim olabilmek. Kapının önüne çıkıyorum. Çantasız gelmişim o gece, erkek pantalonum var ya herşeyi sıkıştırmışım ceplerime. Hava almaya çıkıyorum ama yakıyorum yine bir sigara. Sol elimi kendi belime sarıyorum. Sağ elimin dirseğini belime yaslıyorum. Sigara ağzıma yakın duruyor. Hiç bir duman kaçsın gitsin havaya karışsın istemiyorum. Kafamı kaldırmadan yerdeki taşlara bakarak sömürüyorum o sigarayı. Titriyorum hafiften. Soğuk değil hava, ben sinirden titriyorum. Tam o sırada sen geliyorsun, yüzün yok, sesin yok. "Üşüdün mü? diyorsun.
Sinirliyim ya, o sırada senden çıkarmaya çalışıyorum sinirimi. Sanki seni tanıyormuşum da hoşgörürsün diye düşünüyorum. Kafamı kaldırmadan "Hayır" diyorum. Aslında o sırada yanıma gelmesini beklediğim insan sensin de, ben farkında değilim sanki. Kafamı kaldırıp sana bakıyorum. Seni daha önce hiç görmemişim ama sanki gözlerinden bir tanıdıklık var. Sanki kimsenin anlayamadığı hislerimi okuyorsun gözlerimden. Kızmıyorsun sert sesime ama ben yinede özür diliyorum senden. Gülüyorsun. 
"Kaçmak ister misin benle, belliki gitmek istiyorsun?" diyorsun. O kaçma isteğini hissediyorsun gölgemde. Bir içeri bakıyorum, "Şu anda şurdan tanımadığım bir adamla gitsem, belki sapıktır tecavüz eder sonrada öldürür" diyorum.
"Ama belki de kendim olabilirim onun yanında" diyorum.
İkinci belki ağır basıyor. Her şeyi herkesi geri de bırakmayı göze alıyorum bir an için. 
Kafamı sallıyorum. İçeri son bir kez bakıyorum, yokluğum farkındalık yaşamayı haketmiyor. 
Elimi tutmuyor, fazla yaklaşmıyorsun bana. O anda nereye kimle gittiğimin bir önemi yok zaten.
Varlığın bile yetiyor. Varlığınla bile ben kendim oluyorum senin yanında.
Hiç bir yere ulaşmıyoruz seninle, bir yere varmıyoruz. Ben bir yere varmak istemiyorum zaten, bu yolculuk hep devam etsin, ben hep kendim kalayım, hiç bir maske takmayayım istiyorum.
Sonra bitiyor bu sahneler, aklımda bir hayal kalıyor.
Ve biliyor musun biz aslında seninle hiç karşılaşmadık, hiç konuşmadık, hiç tanışmadık ve hiç göz göze gelmedik.
Ama sanki kendim olabilirim senin yanında.


İş sabahı

Şuanda şirkette bir iş sabahındayım. Mesai başladı aslında fakat nedense üstümde bir rahatlık var, öyle bir rahatlıkki yazı yazıyorum işte..

Artık eskisi gibi yazamamamın bana göre birden fazla nedeni olsa bile, sanırım en çok etkili olanı artık kitap okumaya zaman ayıramıyor oluşum. Hayalgücümü çalıştıran şeymiş kitap okumak. Kitap okumayınca pek fazla düşünmüyor insan, hayaller kurmuyor, kendi içine dönmüyormuş. Ya da sadece ben böyle hissediyorumdur kim bilir.

Bu aralar Immanuel Kant'ın Biyografisini okuyorum. İş Bankası Yayınları- Manfred Kuehn. Böyle filozofların biografilerini okumak zor aslında, bilmediğiniz bir sürü terimler çıkıyor, okuyorsunuz okuyorsunuz araştırıyorsunuz sonra bir şey oluyor "Anaaamm buu, bumuymuş?" diyorsunuz. Ama onu çözene kadar beyin çalışıyor, düşünüyor, aynı kelimeye farklı anlamlar yükleyip en mantıklısına ulaşmaya çalışıyor. Bunu benim gibi hayalperest bir insan yapınca tabi aklımın içindeki ortamda tam bir şölen havası.

En son "Pietizm"e takmıştım. Okudum okudum araştırdım, ingilizce yaptım bu araştırmaları daha çok. Ben daha çok böyle hem dinsel hem felsefi bir akım olarak düşünürken sonunda anladımki bildiğimiz "Protestanlık" anlamına geliyormuş. Gerçi hem dini hemde felsefi bir akım olarak sayılabilir bence.

Biyografi kısmına daha yeni geçmiş olmama rağmen, (giriş bölümü baya uzun ve anlaması, takip etmesi zorluydu), okuduğum ve düşündüğüm kadarıyla, zaten felsefe ve din hep iç içe. Bazen bazıları için dost bu iki kavram, bazıları için düşman. Ama yine de hep iç içe. Okullarda okutulan kitaplar hep dinlerin Kutsal Kitapları. Sanırım o zamanlarda pek fazla yazılı kaynak olmamasından dolayı, Kutsal Kitaplar ders kitabı gibi işleniyor ve yorumlanıyormuş.
Ülkemizde kuran kursları, imam hatipler falan var biliyorum ama ben hiç gitmedim, ama günümüzde ders kitabı gibi Kutsal Kitap okumak yorumlamak baya garip bir şey olsa gerek. Cebir dersleri falanda var fakat hep ağırlıklı eğitim bu Kutsal Kitaplar üstünden.

Mesela şuanda o zamanlarda yaşasaydım nasıl olurdu diye düşünmekteyim. Hayalgücüm bunu zorluyor şimdi. Belki kendimle ilgili bir şey keşfederim diye.

Kitap okumanın en çok bu kısmını seviyorum. Okuduğunuz kitap çok ciddi bile olsa, okurken zorlansanız bile, size yine de bir şeyler katabiliyor, sizi alıp bir yerlere götürebiliyor. Ve eninde sonunda o kitap bittiğinde, ilk okumaya başladığınız andan daha farklı bir insan oluyorsunuz.

Aman neyse, başlığıma bak yazdıklarıma bak şimdi. Ama değiştirmiyorum yinede başlığı, hoş görün nolur.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Nasıl Bir Toplumuz?

Geçen gün bir arkadaşımla aramda şu konuşma geçti;

-"Aydınlanma" ne demek oluyor yani şimdi?
* Basit bir cümleyle anlatmak gerekirse "İnsanın kendi aklını, başka birinin yol göstericiliğine ihtiyaç duymadan kullanabilme cesaretine ve yeteneğine sahip olma durumudur."
-İşe yarıyor mu bari?
*Türk toplumunda "HAYIR"

Evet ben bu HAYIR cevabını verdim ama o günden beri neden bu kadar kesin ve net HAYIR dediğimi düşünüyorum. Bu kadar mı vazgeçmişim içinde yaşadığım toplumdan? 
 HAYIR kadar net bir EVET gelsin.
Biraz açıklamaya çalışayım öyleyse, süslü kelimeler, felsefi terimler kullanmadan, biraz gayri resmi bir şekilde anlatmaya çalışayım size;

Bir kere nefret dolu bir toplumuz biz. Eğer ortada bir başarı, iyi ve gurur verici bir iş varsa ve bu kişinin kendisine ait değilse, alkışlamayı bilmez bizim toplumumuz. Konudan bağımsız olarak saçma sapan eksikliklere dikkat çeker, kendisi o işin 1/100'ünü başaramamış olsa bile bir anda uzman kesilir, kendisi adeta Nobel ödüllü bir kişilikmişçesine ortadaki başarıyı yermeye, karalamaya çalışır. İltifat kendisine edilmiyorsa eğer, bu kelimenin sözlük kavramından bile haberdar değildir. Bu tip durumlar sadece bir başarı anında da olmaz üstelik. Bizim toplumumuzda sizin sahip olmadıklarınıza eğer bir başkası sahipse, ona düşman olmak için yeterli sebebiniz bulunmaktadır. Toplumumuzdaki yanlışlar işte tamda bu noktadan başlıyor bence. 

26 senelik ömrümde bir sürü tartışma programı izledim, (babam saolsun) çeşitli tartışmalara katıldım ve şunu gördüm ki, bu toplumda karşındakinin fikrine saygı duymakla, onunla sidik yarışına girmek aynı kefeye koyuluyor. Hiç kimse karşısındakine saygı duymazken, sağlıklı ve çözüme giden tartışmaların ortaya çıkması pek mümkün olmuyor. "Tartışarak ne çözülmüş şimdiye kadar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet çözülmüyor. Burda çözülmüyor. Bizi problemleri çözmeye yaklaştıracak ortam bir türlü sağlanamıyor. Hatta bazı zamanlar aynı şeyi savunan insanlar bile kavgaya tutuşuyor, ve aynı şeyi savunduklarını bile anlamıyorlar. Bu arada hayatı boyunca Cin Ali kitaplarından başka kitap okumamış insanlar bile kendini / fikirlerini, herkesten / her farklı fikirden üstün görüyor. O her varlıktan üstün olduğu için, hiç bir insana / fikre saygı duymuyor. Karşısındaki "Ne diyor?", durup düşünmüyor. Çünkü o, en iyisini biliyor hep. 

Bizim insanlarımız, en iyi eğitime sahip olanlarımız bile aslında çok cahil. (He bunu diyerek kendim için "Ben çok entellektüelim" demiyorum. Benimde cahil olduğum konular var. Az ama var. Ehe mehe) 
Burda "Cehalet" kelimesinden kastım ise, okumamak, bilmemek, öğrenmemek değil. Yanlış olmasın. "Cehalet"ten kastım, düşünmemek.

Düşünmeyen insan bana göre cahil olan insan. Okuyarak, ezberleyerek, araştırarak kendinizi en bilgili insan olarak gösterebilirsiniz bizim toplumumuzda. Başkalarının fikirlerini beğenip, kendinizinmiş gibi benimseyebilirsiniz. Kimse farketmez kendi aklınızın ışığında konuşmadığınızı. Üstelik insanlar size saygı da duyar eğer yeteri kadar güç (para) sahibiyseniz, eh ağzınız da iş yapıyor sonuçta. Olur yani, aslında karanlığa batmışken, kendinizi "Aydın" olarak gösterebilirsiniz.

Hepimiz medya / sosyal medya'nın kölesi olmuş durumdayız. Bazen bir haberler çıkıyor, yer gök yıkılıyor. Biri ortaya bir laf atıyor "Şöyle, böyle olmuş" diye, hepimiz bir ağızdan başlıyoruz söylenmeye, lanetler okumaya. Orda bir cümle, bir yazı gördük ya birinin ağzından, işin aslını öğrenmeye bile gerek duymuyoruz. O adam/kadın yazdıysa öyle olmuştur, doğrudur. İşin aslını öğrenmeden kendi aklımızla olayları değerlendirmemiz ve aslında ne düşündüğümüzü çözmemiz pek mümkün olmuyor. Belki de olayın aslını öğrensek, o anda savunduğumuzun tam tersini savunacağız. Ama aklımız kendimize ait değil. Aklımıza biz sahip çıkmıyoruz, onu kullanmıyoruz. Acı olan şey ise farkında bile değiliz. Kendi aklına hükmedecek cesarete sahip olmayan bireylerin oluşturduğu bir toplum üyesiyiz her birimiz. Ve işte bu yüzden de, hep gerilemeye muhtacız bana göre.

Bu yazımda aç olan, açıkta olan, 3 kuruş paraya gece gündüz çalışıp çoçuklarının karnını doyurmak için hayat mücadelesi veren kesimden bahsetmedim bile. Bu bahsettiğim şeyler hani o çok elit, çok bilgili, entel-dantel takım var ya, heh işte tamda onlarda var.
Her gün izlediğimiz, dinlediğimiz insanlar, karşındakine saygı duymayı, dinlemeyi, başarıyı alkışlamayı, edebiyle tartışarak çözümlere ulaşabilmeyi, düşünebilmeyi, fikir yürütebilmeyi topluma aşılamadığı sürece de toplumun da bu profili malesef değişmiyor.

Dediğim o dur ki;
Bizim toplumumuzda okumakla adam olunmuyor.
Ve en nihayetinde düşünmeyen toplumlar çok daha kolay yönetiliyor.
 

Ne etmişim?

Hep yazmışım ben
Hiç çizememişim
Gerçek olan hikayelerin
Gerçek olmayan kahramanlarına
Kendimi benzetmişim.
Ben ne etmişim?
Benim olmayan fotoğraflarda yüzümü bulmuşum.
Ya da öyle sanmışım.
Yazmışımda sonra susmuşum.
Susarken bağırmışım birde.
Ben ne etmişim?
Saçlarımı uzatmak isterken 
Kısacık kestirmişim.
Kahverengiye boyatıpta sarışın kalmışım.
Yorganın altında kaybolmak isterken
Kendimi boğmuşum.
Ben ne etmişim?
Sen yanımdayken
Beni tanıdın sanmışımda 
Seninle konuşmuşum.
Sen nefes aldığımdan bi haberken
Seni rüyamda görmüşüm.
Sonradan yalnız uyanmışım.
Ben ne etmişim?

28 Şubat 2012 Salı

Ruhu Ele Veriyor

Kapana sıkışmış bir yanı
Ellerini de zincirlemişler
Kurtaramasın kendini maksat
Görünmez hapiste
Ruhu ele veriyor esaretini
Ve gözleri
Şikayet edebileceği bir altın kafesi yok üstelik
Özgür düşünceler sürülüyor teker teker bedeninden
Bu hisle karışıyor yüreği
Gülüyor sonra
Yorgun kahkahalar
Gözleri şakıyor bir şarkıyı
Kimse anlamıyor
Bakamıyor bile onlara
Bakınca canı acıyor
Bedeni sızlıyor hareket edince
Kendinde açtığı yaralar görünmüyor
Gözleri şakırken müziği tekrar tekrar
Ruhu ele veriyor esaretini


Çok severim!

20 Şubat 2012 Pazartesi

Eski Yazılarım

Eski yazılarıma daldım bu gece. Ne çok yazmışım ve ne çok yabancılaşmışım kendi yazdığım satırlara. Bazılarının başlıklarına bakınca, tam o yazıyı yazdığım ana döndüm, hissettiklerimi hatırladım. O satırlar akarken aklımdan geçenlerin sadece yanılsamalarını yazdığımı, 1 cümle aktarırken geri kalan 10 cümlede neler düşündüğümü hatırladım. Hissettim mi tekrardan o anları. Evet, ama sanki artık bir yabancı gibi. İkizler olmak böyle bir şey sanırım. En azından doğduğum güne suç atmak şu anda çok kolay.

Terkettiğim çocuklarıma tekrardan kucak açmış, kol kanat germiş gibi hissettim kendimi. Oysaki yazdığım hiç bir satırı görmek, okumak ve biri bana hatırlatsın istemediğimi düşünüyordum. Yine yeniden.. İkizler olmak..

Eski yazılarım ne kadar rağbet görür bilmiyorum. Kimse de o kadar okuyacak sabır ve istek olduğunu da düşünmüyorum ya artık.. Neyse.. Ben çocuklarımı bağışladım. Ama onlar beni bağışlar mı, ben tekrardan yazma isteği bulur muyum içimde bilmiyorum.

Günler çok kısa geçiyor artık, ve hayatlar yorgun. Bir şarkı sözünden ya da dizi repliğinden gelip beni bulan ilham artık pek uğramıyor ve ben günlük kıvamında yazılar yazmaktan pek hoşlanmıyorum. Öyle yazılar okumayı seviyorum aslında, hayatın küçük ayrıntılarını o kadar şirin güzel ve komik anlatan bloglar takip ediyorumki, gülümsetiyorlar beni. Küçük ayrıntılar.. Ama ne yazıkki ben asla o kadar komik ve ilginç aktaramıyorum.

İstiyorumki, aklıma yine kısa kısa hikayeler gelsin. içlerinde abartı olsun, hayalgücü olsun, biraz gerçeküstü şeyler de olsun. Ama olmuyor. Uzun zamandan beri sadece bir gün başlayıp, bir diğeri bitiyor. Uzun zamandır hiç bir fikir için heycanlanmıyorum. Belki de budur, bitmişimdir bu konuda. Tek iyi olduğumu düşündüğüm kendini aktarma ve kelimeleri kullanma konusunda belki de tükenmişimdir.

Neyse, günlük kıvamına döndü yine. Hoşlanmadım yazdıklarımdan da, kendimden de.  Zaten başlıktan da çok bağımsız ve alakasız oldu bu satırlar. Iyk!
Ok, kib, by!

10 Şubat 2012 Cuma

Sen hiç Öldün mü?

Sen hiç öldün mü daha önce?
Hiç yaşadın mı aşkı?
İlkinin son olacağına inanırcasına.
Sen hiç yürüdün mü nefes almadan?
Fethettin mi senden büyük sokakları tek başına?
Söyle sen hiç öldün mü?
Öldürüldün mü, öldürdün mü?
Sen hiç kaybettin mi?
Zaman dalga geçti mi duygularınla?
Avutuldun mu anlamsızca?
Avundun mu?
Sana hiç satırlar yazıldı mı sayfalarca,
Bin bir yalanla süslü?
İnandın mı onlara, inandırabildin mi kendini?
Kalbinin acısı geçsin diye
Hiç parçaladın mı bedenini?
Söyle bana, hiç susturdun mu çığlıklarını?
İlaç kullanmadan kaybettin mi şuurunu?
Kendinden çok sevdin mi birini?

Söylesene bana, sen hiç öldün mü daha önce?

9 Şubat 2012 Perşembe

NiNi'me Cevap

Benim tatlı ninim sorular sormuş arkadaşlarına. Mim olarak yapmamış ama çok mim yazasım geldi. Bu blogumdaki ilk mim bu olsun istedim. Çok güzel sormuş çünkü.. Onun affına sığınarak cevaplıyorum hepsini..

1. Geceler hep mi karanlık senin dünyanda?
    Karanlıkta güvenir misin tanımadıklarına?
    Elimde şamdan varsa geleyim mi yanına?
    O şamdanla seni yakar mıyım-aydınlatır mıyım acaba?


Geceler aydınlık bende ve ışıkta tanıdıklarıma bile güvenmem.
Karanlıkta kim yanımdaymış, ona bakarım.
Geleceksen gel ama fazla bekletme,
Hem boşver beni yakmayı
Biz senle bu Dünya'yı yakalım.

2. Yağmur hep ıslatır mı seni damlalarıyla?
     Hangimizin başına daha büyük su damlaları düşer acaba?
     Şemsiyemi açsam sence sığar mıyız altına?


Eğer ıslanmayacaksan ne anlamı var havluların, ne anlamı var ısınmaya çalışmanın.
Sen yine boşver şemsiyeyi,
Senle doya doya koşalım beraber yağmurlarda.
Öylesi daha farklı değil mi?
Daha özgür, daha gerçekçi, yaşadığımızı daha hisseder gibi değil mi?
Saklanmadan, gizlenmeden.
Olduğun gibi

3. Seni dünyaya bağlayan  şey yer çekimi mi?
    Rica etsem şimdi, benim için zıplar mısın?
    Zıplamadıysan nedenini kendine sorup bana da yansıtır mısın?
    Zıpladıysan nereye gittiğini bana anlatır mısın?


Değmedi hiç ayaklarım yere, düşüşlerim çok can acıttı.
Yine de zıpla dersen zıplarım..
Ama benimleysen ve beni tutacaksan.

4. İnsanları tanımanı sağlayan sadece yüzleri mi?
    Sokakta görsen beni tanır mısın?
    Karşılaşsak sence benden sana selam gelir mi?
    Sence ilk olarak dilimde, hakkındaki hangi kelime gizli?


Gözlerdir aslolan. Ve gözler gizli.
Önünde de olsa cismen, gözler hep gizli.
Bense, ben daha tanıyamıyorum insanları.
Hepsi bir o kadar sahte, hepsi bir o kadar ikiyüzlü..
Ama umudum var yinede insanoğlundan yana.
Dudağındaki kelimem "Umut" olsun o zaman.


Yine nini'min affına sığınarak, bence cevaplamak isteyenler kendilerine göre yazabilirler. Ama Nini'nin sizin söylediklerinizi duymasını istiyorsanız, onun postunun altına da yazabilirsiniz tabi

8 Şubat 2012 Çarşamba

Unutma

Sen miydin sevdiğim?
Ben kimdim senin yanında?
Nerelerde dağıtmıştım şu aklımı?
Hangi renge bürünmüştüm?
Aklımdan geçenleri bilseydin
Bürünmek ister miydin rengime?
Hangi yollardan yürürken kaybolmuştun ki sen?
Işığın olsaydım..
Ah olsaydım..
Söndürür müydün?
Bana geri dönüşlerin hiç gerçek oldu mu?
Bir çift göz müydü senin aklına düşen?
Bir çift el?
Gözlerini çok mu kamaştırdım yoksa?
Bakamadın bile belki de..
Oysa ki benim aklım hep kayıp..
Yüreğinin peşinde..
Yüreğin
Ah o yüreğin
Hep başka yalanlarda.
Unutma ben söneli çok oldu.
Rengimin üstüne katman katman
Boya çekeli çok oldu..
Unutma..
Hem senin kaybolduğun yollarda
Ben çoktan buldum aklımı
Ve yüreğimi..
Unutma olur mu?




1 Şubat 2012 Çarşamba

Kar Taneleri

Kar taneleri vardı aklımda. Yaşadığım yaz gününe düşsünler isterdim. Hayallerim vardı. Hayal kurmayı severdim.
Hayallerim yavaş yavaş sönerken gerçeklik o kadar tatlı olmuyor.
Mesela kar taneleri soğuk aslında. Islak. Sen mücadele ederken hayatı daha da zorlaştırıyorlar. Ama eriyecekler elbet. Kalmayacaklar buralarda fazla. Hayallerimizin inadına. Onlarda solacaklar.

Yaşadıkça kaybediyoruz kendimizden. Yaşadıkça soluyoruz. Ne kadar mutlu olursak olalım, o korkutucu gerçeklik hep yanımızda. Bir gün nasılsa solacak mutluluğumuz. Ve sonraki dönemde bitecek. Neler kaybediyoruz kim bilir daha başka?
Değer yargılarımız, düşüncelerimiz, hedeflerimiz, saygımız, sevgimiz. Hepsi soluyor.
Bundan bilmem kaç sene sonra ölüm döşeğinde yatarken, 1 sene daha fazla yaşamak için bizi biz yapan, eskiden uğruna ölebileceğimiz düşüncelerimizden bir çırpıda vazgeçmez miyiz? 
Vazgeçebiliriz.. Zorunda kalırsak her şeyi yaparız. 
Her şey zamanı gelince bir kar tanesi gibi kalıyor avucumuzda.
Ve kar taneleri de... eriyorlar.
Arkalarından iz bile bırakmadan..



30 Ocak 2012 Pazartesi

Anne Olduumm!!

Evet uzun bir aradan sonra tekrar yazıyorum. Umarım bu yazının sonunda beni mazur görürsünüz..

Ben yaklaşık 20 seneden beri bir kedi istiyordum ailemden. Ama küçükken alerjim vardı alınmadı bana kedi. (Aslında büyüyüncede devam etti ama piskolojik olarak kendimi nası sartladıysam daha alerji gibi bi durum sözkonusu değil) Kendimi bildim bileli kedi istedim, asla yılmadım. Önce babamı kendi tarafıma çektim. O daha sıcak bakmaya başladı bu işe yıllar içinde. Ama annemi asla kandırmayı başaramadık. Lakiinn geçen hafta öyle bir şey oldukiii...

Erkek arkadaşımın babası 2 hafta önce bir kedi almış eve. Aklına esmiş adamın van kırması tatlı mı tatlı bir yavrucak getirmiş eve. Fakat geçen günlerin sonunda erkek arkadasımın annesinde alerji çıkınca Pati'ye başka bir yuva bulmak şart olmuş. Oda beni aradı "Sana getiriyim mi?" diye. Annemden gizli babamla konuştum ve onayı aldım. 1 saat sonra ailemizin yeni üyesi kapıdan içeri girince annem söylendi öfledi pöfledi fakat kabul etmek zorunda kaldı. Akşamın o saatinde ve bu soğukta hayvanı dışarı atamazdık zira. Annem evde hayvan sevmemesine rağmen küçük piç anneme bile sevdirdi kendini. Şimdi eğer bir alerji durumu olsa bile annem ona başka bir yuva bulmayı kabul etmemekte. "Senden uzak tutarız ama biz bakarız." cümlesini kurdu bana bu gün.

Aileye kabulu bu şekilde gerçekleşti. Burası işin ilginç olmayan kısmı. İşin ilginç olan yani ise, benim resmen kendimi onun annesi gibi hissediyor oluşum. Cumartesi günü nedenini anlamadığımız bir şekilde paralize oldu kendisi. Hemen veterinere götürdük. Minicik bedenine 2 serum verildi. Daha üç gündür benle olmasına rağmen o veterinerde onun o halini görünce ne kadar ağladığımı ve korktuğumu anlatamam. Şimdi iyi hemen toparladı kendini ve hoplayıp zıplıyor. Biraz agresif herkesi tırmıklıyor ve ısırıyor. Çok yaramaz. Ama aramızda değişik bi bağ oluştu resmen bu 5 günde. Ben eve gelince sakinleşiyormuş. Öyle diyorlar annemle babam. Önce oyunlar oynuyoruz sonra yoruluyor tabi. Alıyorum koynuma saatlerce uyuyor koynumda. Ben hareket etmeye bile kıyamıorum belki rahatsız olur diye. Uyurken bazen rüya görüp uyanıyor bana bakıyor hemen. Hemen okşamaya başlıyorum ve yeniden uykuya dalıyor. Böyle bir duygu yok. Hayvan sevgisinin bu kadar kuvvetli olabilceğine inanmazdım gerçekten. Gerçekten çocuk doğurunca neler hissedicem, tahmin bile edemiyorum.
Eskiden odamdan çıkmayan ben artık odamda 2 dakika ondan uzak duramıyorum. Sigara bile içmiyorum eve girince. Bilgisayarı bile açmıyorum çoğu gün. Hep onlayım. Devamlı annemle babama bir şeyler tembih ediyorum. "Dikkatli olun, daha çok küçük" vs vs vs.

Şimdi ben tekrardan onun yanına dönüyorum ama once bir kaç fotografını koyuyorum buraya.
İşte benim Oğlum Pati;





22 Ocak 2012 Pazar

Sitem

Sitemim var blog camiasından yazdıklarımı en az 1 kere okumuş olan, ya da hakkaten yazdıklarımı her gün takip eden insanlara. (Eskiden) Çok anlamsız aslında. Ama zaten benim anlaşılmak gibi bir derdim yok.
Şimdi şöyleki önceleri bir blogum vardı benim bilenler bilir ya da artık kimse bilmez, blogspot yasağı geldiği zamanlarda ben çıldırıp bir domain name almıştım. Beni orda takip etmeye devam insanların azlığından şuanda bahsetmeyeceğim. Ya da belki bahsedebilirim. Şimdilik bilmiyorum. Ama değişen hayatımla her iki blogta da yazdıklarıma yabancılaştım. Yazmaktan vazgeçtim önce, fakat aklıma gelen hikayeler cümleler ruhuma ağır gelmeye, beni uykularımdan uyandırmaya başlayınca yeni, temiz, yeni hayatımla uyum sağlayacak bir blogum olsun istedim ve burayı açtım.
Şimdi sitemim başlamakta, nerdeyse 3-4 seneden beri okuduğum, twitterdan takip ettiğim, onları tanımıyor olsam bile belli bir samimiyetim olduğuna inandığım insanların 1 tıkla yeni blogumu ziyaret etmemiş oluşları...biraz sitemkar yaptı beni açıkcası. Elbet benim yazmaya ara vermiş olmamın da bunda etkisi vardır. ama tam bir trip havasındayım şu anda. Sevgilime de trip atamıyorum. Aramız iyi çünkü.
Adres değişikliklerinin bu kadar kayba yol açacağını düşünmezdim. Sonuçta yaşadığınız evi değiştirdiğinizde arkadaşlarınızı da değiştirmiyorsunuz gerçek hayatta. Tamam burası gerçek bi yer değil. Ama paylaşılanlar az biraz da olsa hiç gerçek değil miydi yani?
Benim için butun her şey gerçekti orası ayrı..
Bunları yazmama rağmen yine de sitem duygumu içimden atamadım, öyle ki, yazmaya alıştırdığım, blog dünyasıyla tanıştırdığım, hatta ve hatta takip ettiğim güzel blogları tek tek göstermiş olduğum nini'ye bile kızıyorum. Ama kızmam bişi değiştirmeyecek çünkü muhtemelen okumuyor burayı. 
Olsun, yazdıklarımla artık ilgilenmeyen blog arkadaşlarımın yazdıklarını ben hala okumaya devam ediyorum.
Sessiz sakin köşemdeyim. 

Bu yazımda kimse, benim kime neye sitem ettiğimi anlayamayacak, zaten okuyan belkiiiii 3-5 kişide üstüne alınmayacak. Olsun ben herkes için hep en iyisini diliyorum yinede.
Neyse artık uyumam lazım. 05:50de kalkacağım yarın.
C yaa..

18 Ocak 2012 Çarşamba

Yapma

Sorguluyorsun beni, sorgulama. Düşünme çok fazla. Hem biraz yargı da var gözlerinde. Yargılama. Beni kalıplara sokmaya çalışma, girmem. Giremem. Ben herkesi olduğu gibi kabul ettim. Kimseyi denemedim, kimseyi sınamadım. Kimseyi aklımdaki şekle sokmaya çalışmadım.
Somut değil bu satırlar, hatta bazen soyut bile olamıyorlar. Gerçeklik algın takılmasın bunlara. Aklımdan geçenleri hiç bir zaman tam olarak bilemeyeceksin. Hiç bir zaman tam olarak çözemeyeceksin beni. Ben tamda o asla çözülemeyenlerdenim. Benim farklılığım, senin talihlisizliğin. Farklılığım, yaşadığımı hatırlatıyor bana ama üzülme ben seni kendim olarak sevdim. Sadece kendimle geldim. Senden değişmeni istemedim.Olduğun gibi sevdim
Bir ben bu yazdığım ve sonra başka bir ben. Onun içinde bir başkası. Ve sonra hiçliğim.
Hiçliğimi de yazabiliyorum ben. Arada sırada yokolma duygusunu hissetmeye çalıştığımı biliyor musun sen?
Bilmiyorsun. Peki ya o aklıma gelen başı sonu belli olmayan hikayelerin altında ne kadar ezildiğimi? Hayır onları da bilmiyorsun.
Merak etme önemli değil benim için. Hiç bir zaman kafamın içinde kendi yarattığım benlikler dışında biri olsun istemedim zaten. İyiyim ben böyle. 
Neden her satırda bir gerçeklik arayışı? Söyler misin bana? Bazen gerçekliğimin yansıması bile değiller. "Yaz" diyorsun, "Yaz ama kendine yaz" Kendime bile fazla geldiğimi bilmiyor musun? Hem o kadar yorulmuşki ellerim kalem tutmuyorlar artık. Biten sayfaları çevirmekten yorulmuş parmaklarım. Ondan klavyenin bu sahte samimiyetine karşı sergilediğim dürüstlük.
Ondan olamaz mı bu paylaşma isteği? Paylaştıkça azalma..olamaz mı?
Hiç bir şey katmasına gerek yok bana bu satırların. Bundan para kazanmama gerek yok, yazar olmama gerek yok.
Sen "Anlamıorum" diyip çıkıyorsun ya işin içinden, hayatta her şey anlamaya dahil değilse mesela?




17 Ocak 2012 Salı

İş hayatı-Öğrencilik

Çalışmaya başlayalı 4 ay falan oldu sanırım. Hayatımda değişen bir çok şey var. Bir çok kaçırdığım şey var. Takip edemediğim şeyleri hep sonradan yarım yamalak yakalamak zorunda kalıyorum. Peki şikayetçi miyim? 
Pek değil açıkcası.
Şimdi neler değişti? Ne değişmedi ki aslında? (Yazar kişisi burda zaman kazanmaya çalışıyor..)
Öncelikli olarak daha ilk haftadan grip oluşum yüzüme çarpan kocaman bir tokat gibiydi. O hastalık 3 hafta falan sürdü çeşitli ağrılar ve sancılarla beraber. Öğrenciyken hasta olmak bir lüksmüş meğerse. Farkında değilmişiz. Kıymetini bilememişiz. Birde ilk haftaların etkisiyle, hasta olduğumu belli etmemek adına, bana en acı veren topuklu ayakkabılarım, yüzümde bi ton makyajla işe gitmeyi kendime misyon edindim. Hani çerçevem güzel olursa belki anlamazlar diyerekten. Çünkü "ilk haftadan hasta oldu" dedirtmem ben kendime. Ha bu arada saçlarımın her daim fönlü olduğunu da atlamayayım. Neyseki yavaş yavaş normale döndüm.
Uykumu düzene sokmak ise hala devam etmekte olan bir süreç sanırım. Hala tam olmadı. Ama artık az uykuyla ayakta kalmaya alıştı bünyem. Mesela gecen haftasonu, köpek gibi içtiğim bir gece üstüne sabah 8de uyandım uykumu almış olarak.(Haftaiçi 05:50 bu kız ayakta) Sonra utandımda uyumak için kendimi zorladım. 12 falan gibi kalktım sanırım. Garipsedim. Mesaim 17:00da bitmesine ve aslında bana oldukça zaman kalmasına rağmen, yaklaşık 2 saat trafikte geçtiğinden dolayı uzun bir süre boyunca akşam yemeğinden sonra (20:30-21:00) gibi uyuyarak kendimi düzene sokmaya çalıştım. Gerçi pek çalışmadım zaten bayılıyordum. 7 sene boyunca daha hala uyumamış olduğum saatte kalkıyor olmanın tarifi yok. 
Çalıştığınız zaman her şeyi ayrı ayrı dakikasına dakikasına programlamanız gerekmekte. Mesela eğer banyo yapacaksam o akşam yalan oldu bile. Zor çünkü. Tekrardan ilkokul zamanlarıma döndüm. Banyo akşamları sokakta oynamak yok, banyo akşamları arkadaşlarla buluşmak yok. Haftaiçi kendinize pek zaman ayıramıyorsunuz açıkcası. Haftasonları da haftaiçi halledemediğiniz işlerinizle, zaman ayıramadığınız arkadaş/sevgilinizle ilgilenmekten size pek bir zaman kalmıyor. Ama olsun.
Öğrenciyken kendini sosyal bi insan sanan ben, aslında o kadar sosyal bir insan olmadığımı farkettim. Artık kalmadı ama baya baya konuşmaya bile çekindiğim dönemler oldu iş yerinde. Biri bana bişi dediğinde kafamı önüme falan eğmişliğim vardır. Evet yaptım.
Çeşit çeşit insan var derdim eskiden. Hakkını tam olarak veremiyormuşum. Şimdilerde hakkaten hissederek söylüyorum bunu. Allahtan çalışma ortamı ve takım arkadaşları konusunda şanslıyım. Ama yine de çeşit çeşit insan var. Sizin masumca kurduğunuz bir cümleden ne kadar değişik anlamlar çıkabildiğine, kötü bir amaç olmasa bile nasıl yaftalandığınıza inanamazsınız. 
Öğrenciyken, okula lanet ettiğim  her an, çevremde çalışan herkes, "İş hayatına girince görücez biz seni, sen mutsuz olmaya çalışıyorsun. Öğrencilik candır." gibisinden insanlardan nefret etmemi sağlayacak cümlelerle karşılık verirlerdi bana. Açıkca söylüorum ki, bunların hepsi benim için halen yalan dolan. Biri karşıma geçip bana yine bunları söylese, çalışıyor olmanın verdiği özgüvenle saygı ve sevgi çerçevesini duvara fırlatarak ağzının payını veririm.
Dün işten eve dönmeye çalışmam tam bir kabustu mesela. O gazetelerde çıkan haberlerin hepsini ben bire bir canlı olarak yaşadım. Ama yine de öğrenci olup bu havada okula gitme deseler... istemezdim.
İkisininde zorlukları var kabul ediyorum. Ve saygı duyulcak insan her türlü zorlukla başa çıkabilcek güçte olmalı bana göre. Ama hiç bir şartta öğrenciliği, iş hayatına tercih etmezdim. Bir kere çalışıyorsun, iş yapıyorsun, işe yarıyorsun ve karşılığını alıyorsun. Belki istediğin kadar değil ama insanoğlu açtır, hiç doymaz, hep daha çok ister zaten. Böyle de bi gerçek var. Bırakın söylenmeyi o yüzden.
Benim çalışma hayatım ve öğrencilik hayatımla ilgili olarak yaşadığım en büyük değişim sanırım geceleri ağlamadan uyuyor olmam ve sabahları küfretmeyerek kalkıyor olmam. Tamam çok sevgi çiçeği olmuyorum sabahları. Ama en azından ana bacı saydırmıyorum hayata.
Kafamı toplayıp daha etkileyici yazamadım bu yazıyı, size tam hissiyatı veremedim biliyorum ama yazının ana fikri;
İş hayatını asla öğrenciliğe değişmeyecek olmam.
Umarım çalışan herkes benim kadar mutlu ve tatminkardır hayatında.
Olmayanlara ise tavsiyem, yarından tezi yok, kendileri için, mutlulukları için ve hayattan keyif almak için bir şeyler yapmalarıdır. Hayatınızdan memnun değilseniz, onu, sizin için sizden başka kimse değiştirmeyecek çünkü.
Ok kiss by!