17 Haziran 2011 Cuma

Günlük Tutmak

 

Yine eskilere gitti aklım. Benden 8 yaş büyük olan ablamla farklılıklarımızı, şimdi ben benden küçük insanlarla yaşıyorum. Mesela eskiden günlük tutmak diye bir kavram vardı. Ve bu benim hayatımda 11-12 yaşından itibaren hayati bir kavram olmuştu.


Günlük yazmak için koşardım çoğu zaman eve. Günlüklerim bitiğinde, yeni günlük seçmek çeşitli dükkanlarda saatlerimi alan bir süreçti. Kilitli mi olsun, sayfaları renkli mi olsun kokulu mu? Genelde kilitli olması en önemli unsurdu benim için. Kilitli olsun ki, kimse okuyamasın. Gerçi anneme çok güvenirdim ben. Açık olarak koysam önüne, okumaz diye düşünürdüm. üniversiteye geldiğimde öğrendim yazdığım her şeyi okuduğunu. Evet bir anne sizin hayatınızın sırlarını öğrenmek istiyorsa, bunun önünde hiç bir güç duramaz. Sonra özel kalemler alırdım kendime. Onlarla yazardım. Tam 8 sene boyunca yazdım. Sonra bir çıldırma anımda, yırttım hepsini. Sadece ilk tuttuğum günlük kaldı. Ordaki yazılar "Sevgili Günlük" diye başlardı. Arada sırada okuduğumda, o zamanlardaki hayallerime, saflığıma gerçekten şaşırıyorum.


Şimdilerde ise, 10 yaşındaki bir çocuğun bile blogu var. Oraya yazılıyor her şey, orda paylaşılıyor resimler. Her şey açık, kimse yazılarım gizli olsun, bana ait olsun, kimse okumasın duygusunu yaşamıyor. Kimse okula gittiği zaman, günlüğünü sakladığı yerin ortaya çıkıp çıkmayacağının stresini yaşamıyor. Oysaki ne özeldir o duygu. Günlükler, bana göre herkesin, sadece kendisi için yarattığı sanat eserleri. Öylesine özel, öylesine anlamlı. Şimdi insanlar ne simli kalemler kullanıyor ne de, kokulu sayfaların o tatlı kokusuyla yazıyor. Karşımızda bir ekran, soğuk sert duygusuz. Ve herkes o ekrandan görebiliyor bize cok özel, bize çok ait olan cümleleri. Zaten bunu istiyoruz, sırlara sahip çıkma duygusu yok şimdiki gençlikte. Kendi sırlarına, kendi özeline sahip çıkmasını bilmeyen bir gençlik, arkadaşının, dostunun, kardeşinin sırrına da sahip çıkmasını öğrenemiyor malesef.


Elim ağrırdı mesela benim yazmaktan. Tutmaz olurdu. Beynimdeki cümleleri yazabilmek için ellerim, düşüncelerimle yarışırdı. Sonra dururdum. Elimi sallardım kendine gelsin, ağrısı geçsin diye. Ne tatlı bir yorgunluktu o. Ama şimdi o yorgunluğu sadece ders çalışırken yaşıyoruz. Ve bu sefer tatlı bile gelmiyor.


Kendimi 6-8 yaş küçük insanlarla karşılaştırdığımda, eski jenerasyon olarak nitelendirmeye başladım yavaştan. "Benim yaşadığım bu küçük tecrübeleri yaşamıyorlar" die üzülüyorum. Mesela sanıyorumki, hiç bir ergen, benim katlandığım gibi, kendi düşüncelerini aktarabilmek için elinin ağrısına katlanmak zorunda kalmadı. Hiç bir ergen güzel güzel kalemler alıp onlara gözü gibi bakmadı. Ve hiç bir ergen o renkli sayfaların, tatlı kokusunu içine çekmedi yazı yazarken.


Biz ya da ben böyle büyüdüm. Sırlara sahip çıkmayı, kendi yarattığım bir şeyi gözüm gibi saklamayı öğrendim. Yazdıklarıma değer vermeyi çok küçük yaşlarda öğrendim. Çok büyük bir emek sonucu çıkardı çünkü o günlük yazıları. Kendi yarattıklarına saygı duymayı, değer vermeyi öğrenen insan, zamanla cevresindeki insanların da yarattıklarına saygı duymayı öğreniyor bunun sonucu olarak. Hiç kitap okumamış bir insan için, büyük bir kütüphanenin hiç bir önemi yoktur, ama kitap yazmış bir insan için, kendi zevklerine uymuyor olsa bile, her kitap kıymetlidir. Çünkü o insan görebiliyordur her satırdaki harcanmış olan emeği.


Belki de jenerasyonun böyle bir değişim yaşaması iyi bir şeydir. Şimdi herkes korkusuzca yazıyor yaşadıklarını. Çoğu okuduğum blogta, benim şu yaşımda yaşamaya utanacağım şeylerin, gizleyip saklamadan açık açık yazılıp çizildiğini görüyorum. Bunun altında yatan duygu belki de, yaşadıklarından utanmayan ve arkasında durmasını öğrenmiş bir zihniyettir. Eğer öyleyse ne ala, ama bu seferde benim aklıma şunlar takılıyor;


Eğer yaşanılan her şey bu kadar açık aktarılabiliyorsa insanlara, insan yaptığının arkasında olduğunu boynu dik olarak ifade ediyorsa, pişmanlık ya da utanç yoksa, o zaman nasıl yapılan hataların farkına varıp, ders alınıyor yanlış tecrübelerden? O zaman nasıl insan, hatalarını tekrarlamayarak daha iyi bir insan olmayı, kendini geliştirmeyi başarıyor? Hatalar yaptığını farketmeyen insan, kendi yaşadıklarının her zaman doğru olduğuna inanan ve bunun arkasında sağlam olarak duran insan,nasıl başkalarının doğrularına saygı gösterecek? Kendi özeline değer vermiyorsa, nasıl başkasının özeline saygı gösterecek?


Tabiki her insanın doğruları kendine göredir. Doğru ya da yanlış kavramı toplumsal bir olgu olarak görülse bile, daha çekirdeğe indiğimizde bunun aslında kişisel bir olgu olduğunu görürüz. Benim yukarda bahsettiğim doğru-yanlış kavramı işte tam da budur. Kişiye zarar vermeyen durumlar, eğer o kişi pişmanlık yaşamıyorsa, o kişiye göre doğrudur. Peki ya gizliden gizliye pişmanlık yaşanıyorsa? O zaman demekki bir yerlerde bu kişiye göre yanlış olan bir durum var demektir. Peki o kişi, nasıl bunu farkedip, kendini, yine kendine göre nasıl geliştirecek?


Evet küçükken, "Günlük mü tutuosuunnn yeeaaaa?" diye dalga geçilen bir aktivitenin bence önemi bu kadar büyüktür. Küçükken günlük tutan insanlar (bana göre), çevresine daha saygılı, okumanın ve yazmanın öneminin farkında ve kendini ifade ederken daha etkili olan insanlardır. Bir de tabi, gizlilik duygusunu küçük yaşlarda tanıyan bir insan, arkadaşlarının sırlarını kendi sırrı gibi koruyacak, arkadaşını satmayacak, bundan sebep, daha sağlam dostluklara sahip olan bireyler haline dönüşür.


Ama yine de umuyorumki, bir gözlemden yola çıkarak yazdığım bu yazı, tamamiyle yanlış bir gözlem sonucu yazılmıştır. Bu söylediklerime rağmen umarım, şimdinin gençleri, bahsettiğim bu kavramların farkında olarak yetişiyordur.

2 yorum:

neli85 dedi ki...

sevdim ... biri hemde cok...

neli85 dedi ki...

aci sevmek hep... bende sevmishtim.....hemde cok